31 Ekim 2009 Cumartesi

BUGÜN DE İŞ BULAMADIM ANNE !!!



            Bu sabah yep yeni bir umutla kalktım yataktan,gözlerimi ovuştururken bir yandan da üstümdeki sersemliği çarşafla birlikte atıyordum bir kenara.  
Dur bi olum kendine gel silkelen dedim.  Gereksiz heyecan yapma!
Hemen doğruca  elimi yüzümü yıkadım özüme dönmek için.
Akabinde gördüğüm düşü önce işe,  sonra da hayra yorup kendimce işe koyuldum. (İş derken bildiğiniz işlerden değil bu, zaten işin olmaması esas konumuz ya!)
Artık güne çok mutlu başlamıştım ki bu alışık olmadığım bi durumdu! Şaşırdım içim  kıpır kıpır oluverdi aniden, 
sanki dünden farklı bir gün yaşanacakmış ta ona hazırlıklı olmalıymışım izlenimini veriyordu  dörtbiryanımda ki ifadeler.
Bu gün dediğim gibi yep yeni ve hiç olmadığı kadar diğerlerinden farklı bir gündü.İşte öyle bir günün sabahında uyandım ben. 
          Önce internetten rutine bağladığım İk sitelerinde ki ilanlara bakındım,sonra rutin dışına çıkıp farklı arayışlara girdim. Kesmedi beni bunlar sonra ancak bir ayda bırakacağım cv miktarını 2 saat'te dağıttım tüm işverene.Yetmez dedim bir dünya gazete aldım.Göz gezdirdim ilanlara önce altını çizdim ilanların sonra üstüne notlar aldım nihayettinde en az 10 yeri aradım bu ilanlardan.Şimdilik bir sonuç yoktu ama  bugun olacaktı,olmalıydı da çünkü şansım bugun dönmeliydi!
           Artık gün ağırmaya yaklaşmıştı içimdeki umudun yerini  karamsarlığa bırakmasına saatler kalmıştı,kulaklarım artık telefonlarımın çalan zil sesindeydi.Ne bi arayan ne eski başvurulardan bir haber vardı! sonuç mu  sonuç yine hüsran makamlarında ezgiler çalıyordu ! 
             Yok olum yok kabul ediyorum bugün bir başka başlamıştı ama diğer günlerden hiç bir farkı kalmamıştı ! Ümidimi yitirdim anlarda saatler artık düş kırıklığını gösteriyordu.
Başımı eğdim,dudaklarımı büktüm,ellerimi göğüslerimin arasına  kenetledim,
kördüğüm yaptım ellerimi tıpkı kapanan talihim gibi,
sonrasında sitem dolu bakışlarımı sağa sola fırlatıp evin yolunu tutarken

'' Bugün de İş Bulamadım Anne'' 
diye dudaklarımdan ansızın süzülen cümleler durumumu  anlatmaya yetiyordu...

Uzun lafın kısası;
İşsizlik zor bir zaanattır herkes bu yükü kaldıramaz,Kendine  göre bir yaşam şekli,
kendince bir umut kırıklığı vardır bu işin. Aslında bu sorun başlı başına bir iş sektörü doğurmalıdır kanatimce. 
Yani kısacası herkes beceremez işsiz kalmasını! Ondaki çaresizliği,dibe vuran acizliği, beyinden tüm organlara hızla ulaşan düş kırıklığını ancak çeken anlar !
Özgüvenin nasıl özünü terkettiğini en iyi ben orda gördüm, 
çünkü ben hep oradaydım...

29 Ekim 2009 Perşembe

bi şey söyle !



Günler günleri kovalıyordu, 
Hiç geçmediği kadar hızlı geçiyordu artık zaman. 
Geçiyordu geçmesine ama artık  acıtıyordu, 
Kangren olmuştu düşlerim,
Kesip atamıyordum yerinden,
Belki de halen sensiz kalmaktan korkuyorum !

Senden önce , senden sonra
Ne fark eder ki herşey aynı,

Düşüncemin yeni kahramanı sadece yalnızlık !
ki  ben ona halen alışamadım.
Oda yadırgıyordu bende ki yerini 
ama seni bir türlü geri getirmiyor ki !

Alışmamalıydım bu duruma, 
Zaten alışamazdım da ! 
 Ey zaman !   
Hani sen herşeye ilaçtın ?
Peki şimdi neden ilaç olmuyorsun yarama!  
Bak kanıyor içim,
İçin için hıçkırıklarımı işitmiyormusun? 
Görmüyormusun ki halimi !
Perişanım işte, Sen sadece seyreyle dur acizliğimi !

Tüm dertler üstüme üstüme gelmek için birbiriyle yarışırken, 
Sen nerdesin ?  
Neden engel olmuyorsun?  
Bu kadarını benim bünyem kaldırmaz sen bilmiyormusun !!!
Git zaman başımdan,
Öyle hızlı geçip kafa ütüleme! 
Ne duruyorsun git!
Git de ilacını getir,
  
veee 
Şimdi git söyle ona, 
Bitti o de, 
Tükenmek üzere de!
kendini tüketti de!!!
Ne bileyim işte 
  gitttttttttt !
yeter ki 
git !
ona 
bi şey söyle ...

24 Ekim 2009 Cumartesi

Umutsuzlar Çay Evi








Bu resim kimine göre sıradan, bazılarına  ise anlamsız gelecektir ama nedendir bilinmez  bende büyük bir anlam kazandı aniden.
Resmi görünce kendi kendime '' Tamam kanka  40 yıl sonra ki aynı biz. Bak bizden  izin almadan şimdiden resmimizi yayınlamışlar umutsuzluğumuzun resmini tabela diye baş köşeye asmışlar'' diyesim geldi içimden.

Demek oluyor ki değişen birşey yok bizler gibi umutsuzluğa kapılanların takıldığı mekanlar her dönemde ortak sığınma kapılarıymış.
Her ne kadar farklı bir hayat üzerine projeler üretsek de,beyinleri fırtınada ceyranda bıraksak da yok yok bizden  bişey çıkmaz fazla kasmanın alemi de yok  bu yüzden. 
O mahrur bi o kadarda umutsuzca ama umutlu yüz ifadesine aldanarak amcalardan  mesajı almış bulunuyorum.

Haydi yürü kanka gidelim !
yeni mekanımız Umutsuzlar Çay Evi  :)))

KISMET

Hep aynı otobüs firmasıyla seyahat ederdim. Yine yolculuk yaptığım bir gündü. Biletimi biraz geç ayırtmıştım o gün işlerim çok acildi. Her neyse öyle ya da böyle otobüsün kalkma saatine yetişmiştim ya önemli olan buydu. Biletime bakma gereği bile duymadan hemen otobüsteki yerimi aldım çünkü hep aynı koltuğa yer ayırtırırdım.
Benim daimi koltuk numaram 8'di.Özel bir anlamı yoktu altı üstü bir koltuktu ama İstanbul'a ilk gelişim benim için özel bir anlam ifade ettiğinden 8' numaralı koltuğun uğruna inanır olmuştum ve bu uğurun varlığının devam edeceğine hep şans getireceğini düşünüyordum.
Neden sonra oturdum koltuğuma.Muavin geldi ve benim yerimin 28'numaralı koltuk olduğunu söyledi. Birden çok sinirlendim! ama nasıl olur ben hep aynı koltuğa yer ayırtırırım şimdi de öyle yaptım ve bu zamana kadar hiçde bir sorun olmamıştı. Muavin tekar '' Rica ediyorum hanfendi otobüsümüz kalkacak lütfen kendi yerinize geçebilirmisiniz'' diyordu.
''Hayır'' dedim.
Çünkü yıllardır seyahatlarımda bu otobüs firmasını kullanıyordum,eski bir müşteriydim sonuçta! ve bir ayrıcalığım olmalı diye sitem edip durdum yetkililere. Nedense bu tartışmanın içinde 8 numaralı koltuğa oturan bayan ise hiç oralı degildi, yerinden kalkmaya da hiç niyeti yoktu. Biraz daha ısrarcı olduysamda dinletemedim sözümü. Zaten otobüste bu yüzden 10 dakika geç kalmıştı halen çıkamıyordu otogardan. Neyse dedim kendi kendime ! yolcular çok rahatsız olmuştu bu tartışmadan ve bu kızgınlıkları yüzlerinden çok açık okunuyordu. Daha fazla üstelemek ise bencilliğe neden oluyordu ki buna hiç hakkım yoktu ! Dedikleri yeri kabul ettim istemeye istemeye ve başladık yolculuğa.
Bulunduğumuz şehri çıktıktan 1 saat sonra gümmm diye bir sesle irkildik,herkes bir yere savruldu aynı saniye içerisinde ! Otobüsün o koca camının tuz buz olduğunu gördüm ne olduğunu anlayamadık o korkuyla,az sonra gözümü açtığımda büyük bir kamyonun arka kısmının otobüsümüzün ön tarafıyla birleştiğini gördüm. Kamyon otobüsümüzün ilk 5 sırasını yerle bir etmişti! Benim koltuğum ise 7.sırada yer alıyordu ve ufak yaralarla kazayı atlatmıştım atlatmasına ama büyük şoktaydım. Kendime gelmeye başladığımda şoktan çok zaman sonra, otobüse bindiğim anı ve 8 numaralı koltuğu hatırladım, yaptığımız tartışmanın ne kadar saçma olduğunu anladım,sonra gözlerim 8 numaralı koltuğu aradı ama onun yerinden artık eser kalmamıştı.
Orda oturmakta ısrar etseydim, o an için kısmetime razı olmayıp ön sıraya yani 8. koltuğa geçmiş olsaydım,
şimdi bu satırları yazıyor olamayacaktım! Bu büyük olaydan sonra kısmetime razı olmayı öğrendim. Sonra tekrar uzun bir düşünceye daldım,
Oda benden razımıydı acaba ???

18 Ekim 2009 Pazar

2 dakka efendi ol !!!



      Efendilik güzel şeydir, Bir insana efendi diye hitap edilmesi bile üstünlük göstergesidir. Anlatacağım şeyler  bundan çok çook uzun yıllar önce değildi ben diyeyim 10 yıl ya vardı ya  da yoktu. Efendilik ayrı bir erdemmiş çok eskilere gidebilsem, anlatabilsem zaten onların hikayesini tadından yenmez.

      Geçmiş zaman ifadesi kullanıyorum çünkü onları anlatmaya yaşım yetmez. 
''dünkü çocuk'' derler sonra bana :)

   Efendilik,erdemlilik,dürüstlük,usturupluluk,delikanlılık asıl itibariyle özünde insan olabilmek kendi değerlerini cebine koyarak aydın olabilmek,ya da ne bilim adına bir çok şey sayıp durduğuz mükemmel sıfatlar şimdi değerini yitirmeye başladı gibime geliyor! Özellikle buna değinmek amacıyla üstün körü bir yazı yazıcam kısa başlıklarla tozunu alıp geçicem, çünkü detaylı yazılarımı sonraya saklıyorum.

      Belki de her şey teknolojinin çok hızlı gelişmesiyle başladı akabinde bize özgü değer yargılarının yitirilmesiyle,ekonominin iyice çığırından çıkmasıyla gelişmesine hız verdi. Küresel dünyanın ne pisliği varsa ilk onu üstümüze sıçratmayı marifet bildik hep! İyiye güzele dair şeyleri benimsemeyi öğrenmek hep en son tercihimiz oldu nedense!

      Şimdinin;  fırlamalık, şaklabanlık, adına sıra dışılık dedikleri dünyamızdan olmayan insanları çevremizde daha sık görmeye başladık ya, yanarım da ona yanarım! Eskiden istiklal caddesinde gördüğümüz tipleri şimdi çevrenin tümüne mikrop gibi hızla yayıldıklarını görünce şaşırıyorum. Adama bu davranışlarından dolayı ''piç'' denilmesi ona yapabileceğin en iyi iltifat. Hoşlarına da gidiyor gözlemlediğim kadarıyla. Eskiden böyle hitaplar kavgayı bırak, cinayet sebebiymiş bea!

Bu tür yaratıklara da yüksek dozajda prim veren insanları da esefle kınıyorum. Günümüzde insan gibi insanların, adam gibi adamların sayısı gittikçe azalırken ender ve nadir olan şeyler daha kıymetli olur diyenlerin haklı çıkmasını halen  beklemekteyim.

Burdan sesleniyorum ''özünüze dönün !''  Bu kadar şekilcilik, cibiliyetsizlik gerçekten fazla! Özendiğiniz batı toplumu bile sizi görünce derin bir ohhh çekiyor ve herhalde diyorlardır,

’’ Tanrım halimize binlerce kez şükür, biz bile  bu kadar mokunu çıkarmadık bu işin’’ diyerek kendi hallerine şükrediyorlardır! Kendi milletimizin o kadar güzel değerleri varken elin gavurlarının bize örnek  olmasını aklım almıyor yadırganmayacak gibi değil ki canım.

        Şu ana  kadar anlattım olaylar sadece şekilcilik,görünümden değil elbet Kimseyi aynı standartlara koymak kimsenin haddi değil ki benim olsun! Elbet ama görünen köy uzakta değil sonrasında yaşanacak yozlaşmalar insanın canını sıkıyor, ne yalan söyleyeyim. O denli her konuda tüketim toplumu olduk ki ! Güzel Türkçemizi bile tüketir olmuşuz.Şekilcilikle,değerlerin yitirilmesi ile başlanan süreç dilimizin yozlaşmasına kadar gidiyorsa burada bir sorun vardır arkadaş!

       Son söz, dürüstlük,çalışkanlık,yardımseverlik,duyarlılık gibi efendilik ve hanımefendilik çatısı altında birleşen karakteristik huylarımızın yok olmasına seyirci kalmak üzüyor beni,sadece bunları dile getirmek , paylaşmak istedim.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Muhteşem 3'lü (Akıl,Sabır,Cesaret)


       ALLAH’IM,
DEĞİŞTİREBİLECEĞİM ŞEYLERİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN
     
         CESARET,
  
DEĞİŞTİREMEYECEKLERİMİ KABUL İÇİN
     
          SABIR,


 İKİSİNİ BİRBİRİNDEN AYIRMAK İÇİN
    
          AKIL,
          İHSAN EYLE.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Hem padisahin isi ne?


Sultan Murad Han o gün bir hostur. Telaseli görünür. Sanki bir seyler söylemek ister sonra vazgeçer.Neseli deseniz degil, üzüntülü deseniz hiç degil. Veziriazam Siyavus Pasa sorar: -Hayrola efendim, caninizi sıkan bir sey mi var? -Aksam garip bir rüya gördüm. -Hayırdır insallah?.. -Hayır mı ser mi ögrenecegiz. 
                                      -Nasil yani?
-Hazirlan, disari çikiyoruz. Ve iki molla kılıginda çikarlar yola. Görünen o ki, padisah hâlâ gördügü rüyanin tesirindedir ve gidecegi yeri iyi bilir. Seri, kararli adimlarla Beyazit'a çikar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten asagilara sallanir. Unkapani civarinda soluklanir. Etrafina daha bir dikkatle bakinir. Iste tam o sirada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar; -Kimdir bu? Ahali: -Aman hocam hiç bulasma, derler.Ayyasin meyhusun biri iste!.. -Nerden biliyorsunuz? -Müsaade et de bilelim yani.    Kirk yillik komsumuz... Bir baskasi lafa girer; 
-Biliyor musunuz, der.  Aslinda iyi sanatkârdir.Azaplar çarsisi'nda çalisir. Nalinin hasini yapar...Ancak kazandiklarini içkiye, fuhusa harcar.Hem ªise ªise sarap tasir evine, hem de nerde namli mimli kadin varsa takar pesine.. Hele yaslinin biri çok öfkelidir. -Isterseniz komsulara sorun, der. Sorun bakalim onu bir cemaatte gören olmus mu?..Hasili, mahalleli döner ardini gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalirlar mi ortada!.. Tam vezir de toparlaniyordur ki, padisah keser yolunu : -Nereye? -Bilmem, bu adamdan uzak durmayi yeglersiniz sanirim. -Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz,söyle veya böyle tebamizdir. Defini tamamlamak gerek. -Iyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden. -Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha. -Peki ne yapmami emir buyurursunuz? -Mollaliga devam... Naasi kaldirmaliyiz en azindan. -Aman efendim, nasil kaldiririz? -Basbayagi kaldiririz iste. -Yapmayin, etmeyin sultanim, bunun yikanmasi, paklanmasi var. Tekfini,telkini... -Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmaliyiz. -Surada bir mahalle mescidi var ama... 
- Olmaz, vefat eden sen olsaydin nereden kalkmak isterdin?-Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azindan Fatih Camii'nden... -Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkani çoktur. Taninmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir saga sola kosturur, kefen tabut bulur. Padisah bakir kazanlari vurur ocaga... Usulü erkaninca bir güzel yikarlar ki, naas; ayan beyan güzellesir sanki. Bir nurdur, aydinlanir alninda. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâli bir tebessüm okunur dudaklarinda. Padisahin kani isinmistir bu adama, vezirin de keza... Meçhul nalinciyi kefenler, tabutlar, musalla tasina yatirirlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardir daha...Bir ara vezir sikintili sikintili yaklasir. -Sultanim, der. Yanlis yapiyoruz galiba... -Nasil yani?.. -Heyecana kapildik, sorup sorusturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanimi vardir, belki yetimleri?.. -Dogru, öyle ya, neyse... Sen basini bekle, ben mahalleyi dolanip geleyim.Vezir, cüzüne, tesbihine döner, 
padisah garip maceranin basladigi noktaya kosar.

Nitekim sorar sorusturur. Nalincinin evini bulur. Kapiyi yasli bir kadin açar.Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefati bekler gibidir. -Hakkini helal et evladim, der. Belli ki çok yorulmussun. Sonra esige çöker, ellerini yumruk yapar, sakaklarina dayar... Aglar mi? Hayir. Ama gözleri kisilir, hatiralara dalar belki. Neden sonra silkinip çikar hayal dünyasindan... -Biliyor musun oglum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Aksamlara kadar nalin yapar... Ama birinin elinde sarap sisesi görmesin; elindekini avucundakini verir satin alirdi. Sonra getirip dökerdi helaya!.. -Niye? -Ümmeti Muhammed içmesin diye... -Hayret... -Sonra, malum kadinlarin ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamaninizi satin aldim mi? Aldim, derdi. Öyleyse simdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatirdim onlara... Mizrakli ilmihal. Hücceti islam okurdum... -Bak sen! Millet ne saniyor halbuki... -Milletin ne sandigi umrunda degildi. Hos, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamin arkasinda durmali ki, derdi. Tekbir alirken Kabe'yi görmeli... -Öyle imam kaç tane kaldi simdi? -iste bu yüzden Nisanci'ya, Sofular'a uzanirdi ya... Hatta bir gün; Bakasin efendi, dedim. Sen böyle böyle yapiyorsun ama komsular kötü belleyecek. Inan cenazen kalacak ortada...Dogru, öyle ya? Kimseye zahmetim olmasin deyip, mezarini kendi kazdi bahçeye. Ama ben üsteledim. is mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yikasin, kim kaldirsin?
-Peki o ne dedi? 
-Önce uzun uzun güldü, sonra; -Allah büyüktür hatun, dedi. 
                                Hem padisahin isi ne?

Silinen Hayatlar



Adam küçüklüğünde ismini buğulu camlara yazardı. Ve ismi, buğunun çözülüşüyle birlikte camdan silinirdi. Yine de o, evlerde, otobüslerde, mağazalarda, bitimsiz bir hevesle, her bulduğu buğulu cama adını yazdı. Buğusuz camlarda, nefesinden yarattığı buğuya verdi nefsini. Ve sonra kağıtlara yazdı, ve sonra kumsallara ve sonra kitaplara… 
Ama yazdıkları, adını hiçbir zaman kalıcı kılmadı. 
Hiçbir zaman sonsuza taşıyamadı.
Ve adam, kazımaya başladı… Ağaçlara, sıralara, kapılara kazıdı… Varlığını taşıyamayan buğuya inat, camdan bir plakete işletti ismini.

Ve bir gün…
cam kırıldı…
Ve adam, çok çalıştı. Zengin oldu. Büyük evler dikti. Adını verdi. Sokaklara benimsetti benliğini. Ama hep bildiği şeyi yaşıyordu: Adının bir gün silineceği gerçeğini… Adı, zamanda kayboluyordu ya da kaybolacaktı.

Ve tüm yaşamı boyunca, ismini buğulu camlara yazmaktan öteye gidemediğini anladı.
Ve öldüğünde o, mermere kazılı bir addan ibaretti.
Ki gelecekte bir an,
adının iz tutmayan camdan,
varlığının, 

varlığından bağımsız olan hayattan silinişi gibi,
mermer de,

ismi de, 
 yitip gitti…
                            
                                                            (Alıntı)






3 Ekim 2009 Cumartesi

Her şey her zaman göründüğü gibi değildir !

        
        İki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar. Tabii insan kılığında. Akşam olmuş. Kentin en zengin semtinde lüks bir villanın kapısını Tanrı misafiri olarak çalmışlar. Ev sahipleri somurtarak buyur etmişler onları. Yemek falan teklif etmemişler. Sıcacık misafir odaları yerine, buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp;

“Geceyi burada geçirebilirsiniz”

demişler. Şilteleri betona sererken, yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüş. Elini uzatmış. Şöyle bir sürmüş yarığa. Duvar eskisinden sağlam olmuş. Genç melek:

“Niye yaptın bunu?” diye sormuş merakla.

“Her şey her zaman göründüğü gibi değildir” demiş yaşlı melek yavaşça.

Ertesi akşam melekler bir köy evinde çok fakir, ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar. Her şeyleri bir tanecik inekleri imiş. Onun sütünü satıp geçiniyorlarmış. Ev sahipleri mütevazı sofralarına almış onları. Allah ne verdiyse beraber yemişler. Yatma zamanı gelince kadın:

“Siz uzun yoldan geliyorsunuz, yorgun olmalısınız”demiş. “Bizim yatakta siz yatın, bir rahat uyuyun. Biz şu divanda idare ederiz.”

Güneş doğarken uyanan melekler, zavallı adamla karısını iki gözleri iki çeşme ağlar bulmuşlar. Hayattaki tek servetleri inekleri bahçede ölü yatıyormuş. Genç melek öfkeden deliye dönmüş.

“Bunu nasıl yaparsın. Bu kadar iyi insanların yegane servetinin ölmesine nasıl izin verirsin. Önceki gece gittiğimiz villada her şey vardı, ama kötü ev sahipleri bize hiçbir şey vermediler. Sen onların bodrumlarını tamir ettin. Bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar ineklerinin ölmesine göz yumdun?..”

“Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat” demiş, yaşlı melek gene.

“Nasıl yani?” diye daha da öfkeyle yinelemiş sorusunu genç melek.

“Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat” demiş yaşlı melek bir daha. Ve anlatmış.

“İlk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önceden saklanmış bir hazine vardı. Ev sahipleri, zenginlikleri ile çok mağrur, ama hiç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı hakketmemişlerdi. Çatlağı kapayıp, onları bu hazineden ebediyen mahrum ettim. Dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği, adamın karısını almaya geldi. Kadının hayatını bağışlamasına karşılık ona ineği verdim. Her şey her zaman göründüğü gibi değildir. İşler bazen istendiği gibi gitmez göründüğünde, aslında olan budur. 




 

'' O '' neylerse güzel eyler.


            Yıllardır tek işi tarlasında çalışmak olan yaşlı bir çiftçi varmış.Tek sermayesi tarlasında çalıştırdığı atı imiş. .Bir gün atı kaçmış. Bu kötü haberi işiten komşuları kendisini ziyarete gelmişler.

-"Ne kötü şans" dediler..

"Olabilir" demiş yaşlı çifçi.. "Allahın dediği olur. Her şerde hayırda vardır."O neylerse güzel eyler demiş"gülerek..

Komşuları "bu aklını yemiş tek sermayesi atı idi.Aç kaldı hala seviniyor" demişler

Aradan birkaç gün geçmiş..Kaçan at dağda ne kadar güzel ve güçlü vahşi at varsa beraberinde getirmiş..

Komşuları hadiseyi duymuşlar ve kendisine gelmişler..

-"Ne mükemmel şans harika Haklıymışsın " demişler.

Çiftçi istifini bozmamış.

-"Olabilir" demiş.."Her hayırda bir şerde vardır.Sadece Allah'ın dediği olur.."

Şuna bak demiş komşuları atları satıp zenginleşti yüzünde tebessüm yok.Bu tamamen kaçık demişler.

Aradan birkaç gün geçmiş..Çiftçinin oğlu atlardan birine binerken yere düşmüş .. Bacakları kırılarak ağır derecede sakatlanmış.

Komşuları acı haberi duymuşlar gelmişler.

-"Haklıymışsın" demişler."Ne şerli bir olay.Yazık demişler ne büyük şansızlık.."

Çiftçi gülümseyerek

Olabilir" demiş "Allah'ın dediği olur. Her şerde hayırda vardır.O neylerse güzel eyler."

Komşuları gene bu kaçık demişler ve evlerine dönmüşler.

Aradan birkaç gün geçmiş.Kral köyün tüm delikanlılarını askere çağırmış.Dönmemek üzere çoğunun öleceği harbe gitmişler. Bir tek çiftçinin ayakları kırılan oğlu kalmış..

Komşuları tekrar gelmişler..

-"Haklıymışsın" demişler

Çiftçi istifini bozmadan .. Gülümsemeden büyük bir ciddiyet içinde.

-"Olabilir demiş" o neylerse güzel eyler.

Bir dörtlük






















"Hak şerleri hayr eyler


Zannetme ki gayr eyler


Ârif anı seyreyler


Mevlâ görelim neyler


Neylerse güzel eyler"

şükürler olsun!

           Soğuk bir kış sabahı sahilde bulunan küçük bir koydan bir balıkçı filosu denize açıldı. Öğleden sonra büyük bir fırtına koptu ve gece
olduğunda balıkçı teknelerinden hiçbirisi limana dönememişti.
Bütün gece boyunca eşler, anneler, çocuklar ve sevgililer ellerini oğuşturup, kaybolan sevdiklerini kurtarması için Allah'a yakararak rüzgara açık kıyıda bir aşağı bir yukarı dolandılar.
Bu berbat durumda, bir de kulübelerden birinde yangın çıktı, Erkekler olmadığı için yangını söndürüp kulübeyi kurtarmak mümkün olmadı.
Ancak gün ışıdığında, herkesin sevinçle gördüğü gibi balıkçı teknelerinin tümü de sağlam olarak limana döndü.
Fakat, orada ümitsiz bir kişi varda. Bu kişi yangında evi kül olan adamın eşiydi.
Kocası karaya çıkarken şöyle bağırıyordu:
“Aman Allah’ım, mahvolduk! Evimiz, içindeki herşeyle birlikte yangında kül oldu!”
         Adam ise, kadını şaşırtan şu sözleri haykırdı:
"O yangını verene şükürler olsun! Yanan kulübemizin ışığı sayesinde bütün tekneler yolunu buldu ve sâlimen limana döndük."

2 Ekim 2009 Cuma

" Bunda da bir hayır var !"

   
                   Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.  İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:


    "Bunda da bir hayır var!"
    
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:


"Bunda da bir hayır var!"


    Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?"


    Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.


    Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.          


    "Haklıymışsın!" dedi.


    "Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi"  
"Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı.


    "Bunda da bir hayır var"


    "Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral. "Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir"
"Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?"  
Ve sonrasını düşünsene?

HOŞ BULDUM :)



        Bu blog sayfası benim için çok özel bir anlam ifade ediyor.
Çok güzel paylaşımlarla sizlerle birlikte olmak amacıyla açılmış bir blog'dur.
Bu yüzden öncellikle kendime hoş bulduk diyorum çünkü bu sayfada kendimden ve hayattan bir şeyler sunmak istiyorum. Bunu yapabilirsem ne mutlu bana.
           Her zaman bir şeyler isteriz hep bir beklentimiz vardır hayattan,birilerinden vs...
Özünde insanız açız,açgözlüyüz !
Çok istediğimiz bir şey gerçekleşmez bazen bunun üzerine isyan ederiz ardından keşkeler başlar. Aslında istediğimiz şeyler bizi istemiyordur  sadece biz kendimizi avutur dururuz.  Nice sonraları bir bakarız ki , istediğimiz şeyler gerçekten de bize göre değilmiş,  iyi ki olmamış, böyle daha güzel, verilmiş sadakamız varmış gibi sayılarını artırabileceğimiz bir sürü şey sayar dururuz olayların arkasından. 
        Düşünebilirsek eğer bize kalan sadece olması gereken,görmemiz, yaşamamız istenen şeylermiş. Yanlış anlaşılmasın bunun adı körü körüne bir teslimiyet değildir. Doğru zamanda doğru yerde,güzel işlerle,elimizden geleni en iyi şekilde yaparak ,doğru insanlarla olabilmek ve oradan gelecek gerçeği iyi özümsemektir.
         Bu konuyla ilgili sayfalarca metinler yazılsa azdır belki yine doğru bir şekilde ne söylemek istediğimi anlatamam ama açılış konuşması için şimdilik bunla idare edin,devamı çok güzel gelicek Hayırlısıyla,
Bazen duyarız ya''HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR '' diyen birini,böyle der geçer belki ama o sözü laf olsun diye söylememiştir ki er kişi, her olayın vardır bir hikmeti.

Tabi ki görene !!!
Şimdi bu blogu da alalacele açmamda da bir hayır var diye düşündüm :)) Neyse ki  hep birlikte göreceğiz bunun neticesini. 
Açılış için bir önsöz oluşturmaya çalıştım  oldu galiba :)) gerisi gelir artık !


SEVGİYLE KALIN,