28 Kasım 2009 Cumartesi

SÖZÜN ÖZÜ


SÖYLEYECEK ÇOK SÖZÜM VARDI
SANA VE YAŞAMA DAİR,
SÖYLEYEMEDİM!
LAL OLDU DİLLERİM.

SUSTUM!
ÖYLECE KALDIM!


VE SONRA
SÖYLEMLERİMİ HİÇ DÖNMEMEK ÜZERE !
SÖZÜMÜN ÖZÜ'NE GİZLEDİM,
VE
ANCAK GİZLENDİĞİ YERDE ÖZÜNE İNEBİLDİM ...

 
 Şiir :  Salih Yıldırım





25 Kasım 2009 Çarşamba

KEŞKELERİMİ SATIYORUM


 Düşündükçe insanı çileden çıkaran ,yoğunlaştıkça bunalıma sokan çok nalet bir şeydir bu keşkeler!
Ağzınızı bir alıştırdınız mı gerisi gelir. Keşke öyle olmasaydı,keşke şöyle olsaydı,Keşke , keşke ...
diyerek hep bir sonrası yine aynı sözle gelir.Geçmiş geçmişmidir artık!Bu saaten sonra fazla söze hacet var mıdır?  O halde keşkelere de yer olmamalı hayatımızda!
Kendi kendimize çok konuşmuşuzdur.''Keşke bir kaç yıl öncesine dönebilsem,keşke böyle olmasaydı '' diye bir dünya laf yuvarlarız ağzımızda.Bu yazıyı yazdıktan sonrada keşke böyle yazmasaydım diye sözler söylemeyerek işe başlıyorum.Nolur  ısrar etmeyin demiyeceğim!
Neyse ''O''
Keşkelerimi hayatımdan çıkarmak için çok yoğun bir mücadele içinde olduğum ve kararlı  bir dönemde bulunduğum için bu konuyu yazıya aktarmak istedim. ''İyi ki yazıyorum''
Herkese göre eski olabilir ama bana göre yeni bir felsefe edindim. Felsefemin kod adı : '' İyi ki''
Yılların ağız alışkanlığı keşkeler aklıma geldikçe sineksavar gibi '' İyikiler'im devreye girecek bundan sonra, otomatik olarak imha edecek onları :)
Bayram öncesi sıkı bir pazarlığa tutuştum.Pazarlık deyince aklınıza kurbanlık felan gelmesin  :)
Sadece üzerime yük olan kamburumu yani ''keşkelerimi'' satılığa çıkardım bit pazarında.
Yep yeni ''iyikiler'' aldım kendime semt pazarından.Meğer o kadar yakınmış kendime. Artık erinmek yok,kararlı ol! diye nasihatlarla başladım yeni güne. Ve bayramlık niyetine Afilli bir huzur aldım içerime.
Keşkelerimi satılığa çıkardım dediysem de öyle yüksek rakamlara satmadım. Herhangi maddi kazançta sağlayamadım.Satamazdım da zaten! Alıcı bulmak için üzerine para verdim de öyle satabildim.Bu alışveriş sayesinde  manevi kar beklentimi karşıladım o da kısa günün en güzel karıydı zaten. Yılların yükünü bir anda atmak insanı tüy gibi hafif hisettiriyormuş meğerse.
Kim alır benim eskimiş, daraltılmış keşkeleri diye düşünürken meğerse kendini karamsarlıga gömmek isteyen,geçmişte yaşamaya alışmış eski ben gibi,çok sayıda insan varmış piyasada, pazarda!
''İyikilerim''i iyi ki almışım çok güzel yakıştı bana. Siz de size ağır gelen kamburlarınız varsa atıverin artık  üzerinizden. Çekilişsiz kurasız yep yeni ''iyikiler'' inizi vakit kaybetmeden edinin.
Keşke diyerek iç geçirmektense her daim iyi ki diyebilen  mutlu insanlardan olmak dileğiyle.
SEvgiler...

21 Kasım 2009 Cumartesi

Nasılsın? ''İyiyim'' ...


     
     Nbr? Nasılsın? Nasıl gidiyor hayat? Keyifler nasıl?  bu gibi sorulara düşünmeden ''iyiyim'' demek bir alışkanlık mı? yoksa refleks olarak verilmiş anlık cevaplarmı. ? İnsan kendini daha iyi hissetmek amacıyla ''iyiyim'' der mi kardeşim. Böyle söyleyince gerçekten iyi mi olunur?. Bu sıralar hal hatır soranlara anlık olarak ''iyiyim'' diyorum. Aslında içimde fırtınalar kopuyor bir bilseler.
  Hepimiz özünde iyiyiz, güzel insanlarız o başka! ama ruh hali olarak degişken yapıdayız,hassasız,duygusalız, kimi zaman ise kırılgan. Bugün iyi yarın kötü olabiliriz. Herşey insanlar için ama keyfin iyi değilse ''tadım yok, kendimi iyi hissetmiyorum'' da diyebilmeli insan. Belki bir arkadaşının, dostunun sana yardımı olur öyle degil mi?
 Biz toplum olarak;kötü yanımızı hep gizler, hep bir  iyi görünme çabası taşırız.
Aç olsak ''tokuz'' Hasta olsak ''iyiyiz'' der. geçeriz. Mağrur gururumuzu hep yanımızda taşırız.

Ruh halimiz çok kötüdür bazen. Ne bir kimseyle konuşacak takatimiz vardır nede uzun uzun anlatacak kelimelere ihtiyacımız olur o an. Ya da kendimizi çok kötü hisediyoruz biriyle paylaşsak biraz rahatlatacaktır bizi. O beklenilen kişi ayağımıza gelmiş ve bize ''Nbr ? Nasılsın? '' diye sorular yöneltmesiyle ağzımızdan ilk çıkan söz ''iyiyim'' dir.Aslında çok iyi biliyoruz  ki o an iyi değiliz!
Bunu duyan kişi iyi olduğuna sevindim, hep böyle iyi ol diye cevabı yapıştırır ardından yalancı gülümsemenize inanarak da gülmek sana yakışıyor diye birkaç afilli laf daha söyler ve geçip gider. İçini acıtan şeyleri anlatıp rahatlayamadın.Zaten sana ağır geliyordu yine  içinde kaldı.
Hadi geçmiş olsun!
Nasılsın şimdi? yine iyimisin ?

19 Kasım 2009 Perşembe

kararında değil ki kararsızlığım



Kafam karışık,hemde çok! Ne iş yapsam? Başım alıp Nerelere gitsem? Özel sektöre, kapitalist zihniyete istemeden uşaklık etmeye devam mı etsem? Kpss'ye  adam gibi hazırlanıp, az aşım kaygısız başım rolüne mi bürünsem? Sevdiğim işi yapmalıyım diye daha aylarca iş mi arasam? Sırf para için sevmediğim işleri yapıp mutsuzları mı oynasam? Yabanci dilimi geliştirip bundan sonra bana engel olmamasını mı sağlasam? Ya da bunların hepsini bir kenara atıp, vur patlasın çal oynasın diye mekan mekan gezip kendimi mi avutsam? Bunlar kafamı kurcalayan sorulardan sadece birkaç tanesi. Bunların yavruları birde fikir babaları var.Geniş aile yapısına sahip çıkıyorlar. Diğerleri ise ortaya çıkmak için benden karar bekliyor! Karman çorman seyir halinde geziniyor düşüncelerim.Bir ben var sanki benim içimde ama benim gibi değil o  ben , içimde ki ben, benden çok farklı düşünüyor. İçime bişey sormaya korkuyorum hep bir muhalefet  halinde. Melekle şeytanın, iyiyle kötünün, güzelle çirkinin girdabında git geller yaşanıyor içerimde taa şuramda.
Gidiyorum o düşüncelerin peşinden ama tekrar kendime dönmem hayli zaman alıyor. Neden kaynaklanıyor bu sorular? Neden bu ruh haline bürünüyorum? Neden hep soruları soran taraf ben oluyorum? Sonra yine sorular soruyorum kendime,cevap bulamadıklarımı zihnimde pasife çekiyorum.
Sonra içimdeki melekle şeytan iyiyle kötü tekrar bir oraya bir buraya çekiştiriyor beni. Kararsızlık ne kötü bir hastalıkmış! Aman yarabbim. Nerden yakalandım bu illete bırakmıyor yakamı, Bulaşıcımı,bulaştırır mı? yoksa ayak üstü geçer mi? En büyük kararsızlığım henüz karar almamış olmamdır.Alamadığım kararlardan neden hep mesul tutuluyorum ki! Bi kararım olsaydı sonuçlarına katlanmazmıydım? İthal ediyorum cepten yiyorum ama bir türlü güncelleyemiyorum düşüncelerimi.
Kararsızlık sen ne karamsar bişeymişsin ya!  Bırak artık yakamı!!! Hayatımda artık sana yer yok! terki diyar ol benliğimden. Bu kadar yüzsüz olmana da inan hiç gerek yok!
 umarım ki çok geç olmadan bir karar verdiğimde  , kafamdaki sorularımı işaretleriyle, geri dönmemek ve hiç birşeye dönüştürmemek üzere çöpe atıyor olacağım...


18 Kasım 2009 Çarşamba

kadın yazar ne yazar ? erkek yazar kaç yazar ? (1)


  
     Blog sitelerinde egemenlik kayıtsız şartsız bayanlara mı ait? Bayanlar yazmayı erkeklerden daha mı çok seviyor? Yoksa duygularını ifade edecek birilerini bulamadıkları zaman mı kağıt kaleme sarılıyorlar? Bayanlar erkeklerden daha mı güzel yazıyor? bayanların yazma alışkanlığının sırrı küçükken tuttuğu günlüklerde mi saklı ? Erkekler duygularını ifade etmeye çalışırken bayanlar kadar neden başarılı olamıyorlar ??? Bayanlar daha mı inanırıcı oluyor? Sosyalleşmenin sırrı kelimelerde mi gizli ? Blog sitelerinde ki kadın yazar sayısı ve yazın oranı erkek yazarları ikiye mi katladı? Kadının fendi erkeği gerçekten yendi mi ???
Bunun gibi bir çok soruyu aklıma düşüren yer çekimi değil,sadece linkini peş peşe tıkladığım hanım eli değmiş yazılardır. Bu sorularıma daha hızlı cevap bulabilmem adına,hayır sever insanların yorumlarını 4 gözle bekliyorum.
Öyle ilginç bloglar var ki bayanlara ait : yemek tarifinden,iş dünyasına, edebiyattan sokaktaki kediye kadar :)) Maşallah her yerdesiniz. Gündelik hayat yetmedi burda da erkeklerle aşık atıyorsunuz :)) Aslında çok da iyi yapıyorsunuz. Türk Edebiyatın'da erkek yazar üstünlüğünün zirveye ulaştığı bir dönemde Halide Edip'lerle birlikte yazmaya,düşüncelerini açık yüreklilikle paylaşmaya  başlayan  bu kadın yazarlarımızın açtığı yoldan bilerek ya da bilmeyerek giden sayıları giderek artan bayan yazarlarımıza ne mutlu! Edebiyat ,yazın derken gündelik yaşantılarımızın en kolay kaleme alındığı çok güzel blogların altında hep sizlerden birilerinin imzası var. Elleriniz dert görmesin. Benimde itinayla takip ettiğim çok sayıda bayan yazarlar var. Üzeri dantelle itinayla örtünmüş  postları , köşeleri makyajlı linklere sahip sayfaları evire çevire okuyorum. Fırsat buldukça da yorum yapmaya çalışıyorum.
Bu bloglarda da dedikodu dönüyor mu? 5 çayı adı altında, fincan kapatılıp fal bakılıyor mu? Alışveriş yerleri öneriliyor mu? Günler kaç günde bir düzenleniyor ? Bak bunları gözlemlemek hiç aklıma gelmedi! Neyse bir daha ki sefere bu ayrıntılara da dikkat ederim :))
Hea bu arada! Aman yanlış anlaşılmasın. Kıskandığım felan yok bayanları, ben sadece gözlemlerimi paylaşmak istedim. Zaten tırsarım kadınlardan :))  bir yazı yüzünden yüz göz olamak istemem doğrusu!
Tüm bayan yazarlarımıza yazın hayatında başarılar dileyerek olayı şimdilik bu şekilde noktalıyorum.

SEvgiler,
SAygılar...

16 Kasım 2009 Pazartesi

ALTIN ORAN NEDİR ???


Hayat'ta tesadüfe yer yoktur !!! 
Herşey bir aheng içinde yürümektedir.

Peki Altın Oran  Nedir ???

      M.Ö. 500'lü yıllarda yaşamış olan Pisagor, "Bir insanın bütün vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğin oranı ile, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı birbirine eşittir. Çünkü, bütünün büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir" demiş. Rabbimiz, her şeyi bir denge içerisinde, ölçülü, orantılı yaratmıştır. İşte buna alimler Altın Oran, demektedir.

Pisagor'un Sözünü ettiği oran ALTIN ORAN'dır. Ve sadece insan vücudunda değil, gözümüzün görebildiği hemen her şeyde ve her yerde bu oran vardır. Hiçbir şey, başıboş, gelişi güzel, plânsız, programsız, rasgele, ölçüsüz ve tartısız değildir. İlerleyen satırlarda en çarpıcı örneklerde göreceğiniz gibi, her şeyin bir oranı, daha doğrusu, ALTIN ORAN'ı vardır.
Sayılardaki oran
Ortaçağ'ın büyük Matematikçisi, Fibanocci'nin bulduğu sayı dizisinin, her biri kendinden önce gelen sayının toplamından oluşan bir diziliş mantığı vardır. Yani:
0,1,1,2,3,5,8,13,21,34,55,89,1 44,233,377,610.... gibi.
Bu sayıları kendinden önce gelen sayıya böldüğünüzde, birbirlerine oldukça yakın değerler elde dersiniz. Özellikle 13. sırada yer alan 233 sayısından sonra, bu değer neredeyse sabitlenir.
233/144=1,6180556
377/233=1,6180258......
Küsuratı hariç bırakılarak alınan bu 1,618 sayısı ALTIN ORAN'ın sayısıdır.



                                 Sanatlı bir eser yapmak istiyorsanız—insanların hoşuna giden, dengeli ve güzel görünen bir eser—bu bir heykel de olabilir, bir mabet de, bir tablo da, bir çikolata kutusu da... mutlaka bu oranı göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Çünkü ALTIN ORAN, yeryüzünün sanat ve güzellik ölçüsüdür.
İnsan vücudu ve altın oran
İnsan bedeni, her şeyiyle, şu kâinat içinde yaratılmış olan en güzel şeydir. Çağlar boyunca, ressamlar, heykeltraşlar, mimarlar ve tasarımcılar, bir ürün tasarlarken, insan bedeninden ilham ve ders almışlardır. Bu, dün nasılsa, bugün de öyledir. İnsanın eliyle ürettikleri, eliyle kıyaslandığında son derece kaba ve ilkel kalır. Bu harikulade eser, estetik ve fonksiyonel kıvrımları arasında ALTIN ORAN'a sayısız örnekler saklar.
-Pisagor, bir insanın bütün vücudu ile göbeğine kadar olan kısmın oranına dikkat çekiyordu. Evet, göbek ile ayaklar arasındaki mesafeyi 1 birim sayarsanız, insanın boyu 1,618'e denk gelir. Ve bu oran hiç değişmez.
-Göbek ile başın en üst noktası arasındaki mesafe ile, omuz ve baş ucu arasındaki mesafenin birbirine olan oranı da 1,618'dir.
-Göbek-diz arası, diz-ayak ucu arasındaki mesafeden, yine 1,618 oranında büyüktür.

ELLER
İşaret parmağınıza bakın. Her zaman kendisi dışında bir şeylere işaret eden bu "işaret parmağı" bu sefer kendisine işaret etsin.
-İşaret parmağı 3 boğumludur. Parmağın tam boyunun ilk iki boğuma oranı ALTIN ORAN'dır.
-Orta parmağın, serçe parmağa oranı da ALTIN ORAN’dır.
-İşin bir garip yanı da şudur: 2 elin, bütün parmakları 3 boğumludur. Her elde 5 parmak vardır. Ancak bunlardan sadece 8 tanesi ALTIN ORAN'A göre yaratılmıştır. 2,3,5,8 ise, Fibanocci sayı dizisidir.


YÜZ
İdeal bir insan yüzünün ölçüleri, hem bilim adamları tarafından, hem de sanatkârlar tarafından belirlenmiştir. Kişiden kişiye, değişen genetik farklılıklara rağmen, genel olarak insan yüzünde, ALTIN ORAN kendini gösterir.
-Yüzün boyu ile genişliği,
-Ağız boyu ile burun genişliği,
-Gözbebeklerinin arası ile kaşlar arasıdaki mesafe,
-Üst çenedeki ön iki dişin enlerinin boylarına olan oranı, hep ALTIN ORAN'ı veren değerlerdedir.

AKCİĞERLER
Amerikalı bir fizikçi ile bir doktorun 80'li yılların sonlarına doğru yaptıkları bir araştırmanın sonucu, ALTIN ORAN’ın ciğerlerimizin en küçük köşesine kadar geçerli olduğunu gösterdi.
-B.J. West ve A.L. Goldberger adındaki bu iki bilim adamı, akciğerleri oluşturan bronş ağacının ilk bakışta görülen asimetrik yapısının rasgele olmadığını gördüler. Yani tesadüf diye bir şey yoktur. Her şey tevafuktur, denk getirilmiştir.
-Soluk borusu akciğerlere doğru iki ana kola ayrılmaktadır. Bu kollardan soldaki sağdakinden daha kısadır. Bilmem söylemeye gerek var mı? Bu iki dalın birbirine oranı ALTIN ORAN'dır. Dahası, bütün bir akciğer yapısı içinde bu dallanma en küçük odacığa kadar sürer gider ve her bölünme ALTIN ORAN'a göredir. Tesadüf yoktur!

Altın dikdörtgen ve sarmalUZUN kenarı 1,618 birim kısa kenarı ise 1 birim olan dikdörtgene ALTIN DİKDÖRTGEN denir. Şimdi böyle bir dikdörtgen çizelim:
- Bu altın dik dörtgenin içine, kısa kenarlarından birini kenar olarak kulanacağımız bir KARE yerleştirelim. Ve karenin iki köşesini birleştirecek bir çeyrek çember çizelim.
- Dikdörtgenin içindeki karenin dışında kalan dik dikdörtgen de bir ALTIN DİKDÖRTGENDİR. Şimdi Onun içine de kısa kenarı, kenar olarak kullanan bir kare çizelim ve köşelerini çember parçası ile birleştirelim.
- En baştaki altın dikdörtgenimizin boş kalan yeri de bir ALTIN DİKDÖRTGEN’dir.
- Aynı işlemi o bölgede de yapalım ve içine kısa kenarı kenar olarak kullanan bir kare çizelim. Aynı işlemi kalan altın dikdörtgen için de yapalım. Teorik olarak bu işlem sonsuza kadar devam edebilir, ama biz, iyisi mi burada keselim.
- Son olarak bu yeni karelerin köşelerini, ilk karemizin köşelerini birleştiren çeyrek çember gibi çember parçalarıyla birleştirelim. Bu çemberleri aynı yönde çizdiğimizde ortaya, yeryüzünde görülebilecek şekillerin en güzeli çıkar: SARMAL.
İnsanların hoşuna gider!
Temelinde müthiş bir ALTIN ORAN disiplini yatan sarmallar, İngiliz estetikçi William Charlton’un ifadesiyle, "İnsanların hoşuna gider. Çünkü bir sarmalı izlemek kolaydır."
- 19. yy doğa bilimcisi Alfred Ruseal ise, bir salyangozun kabuğunu örnek göstererek, "Bu şekil var olan en güzel eğridir" demekten kendini alamaz.
- Thedore Cook adındaki bir başka doğa bilimcisi ise, bu konuda oturup Yaşamın Kavisleri adında bir kitap yazmıştır. Cook, kitabında "Bu olağanüstü güzel şekilleri bakıp da göremediğimiz hiçbir yer yoktur" der.
- Altın Oran sarmalları gerçekten de gözümüzün gördüğü, hatta göremediği her yerdedir. Ayçiçekleri, kozalaklar, salyangozlar, DNA zinciri, Natilus başta olmak üzere denizlerde yaşayan pek çok yumuşakçanın kabukları... her birinde Altın Orana göre yaratılmışlardır ve altın sarmal formunu asla bozmadan büyürler.
- Az önce en basit bir sarmalı bile doğru düzgün çizmek için geçilmesi gereken aşamaları gördünüz. Sizce bir salyangozun bu tür hesaplamalarla kabuğunu inşa etme ihtimali var mıdır?
- Yumuşakça da olsa salyangoz bir canlıdır. Hadi onu geçelim, ya tesadüflerin! Taş, toprak, su, elementler, ısı.. gibi sebeplere ne dersiniz! Altın Oranı bilirler mi? Bir sarmal çizebilirler mi? Bir salyangoza kabuk örebilirler mi peki?
- "Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz" (Enam,80)

15 Kasım 2009 Pazar

kendime yazdım



 Bugün benim doğum günüm, Doğduğum gün işte yıllar önce bugün. Yıllar önce dedim de yaşlanıyorum bea!
Saç baş daha tamamen dökülmedi ama  büyük çaba sarf ediyorum kalanını kurtarmak  için. Ey saçım,kaşım bilümum genclik aksesuarlarım size sesleniyorum ! Ne güzel yıllardır beraberiz bu saaten sonra bırakıp gitmeyin beni ! Hem bırakıp gitmek sizin namınıza yakışır mı? Ve coşkuyu ver coşkuyu da nereye kadar ! 
O çoktan  hazırlanmış, kararlı gözüküyor. Birgün bırakıp gidecek  nasılsa !Kira da istemiyorum işte oturun nolur kalın durduğunuz yerde!  İstediğiniz kadar kullanabilirsiniz tenimi, beleşş yaşamanız için uzun yıllar size sponsor da olurum  :)) 
 Daha dün gibi hatırladığım şeylerin üzerinden meğerse çok zaman geçmiş. Yaş kemale ermeye başladı galiba. Açıkça bu yıl çok kötü geçti !  her anımda mutsuzdum hep bir huzursuzdum. 
Neyse Eskiler eskide kaldı, zaten açmamak üzere kapattım o defterleri !Geçmişi dert edip yeni dertler eklemiycem artık haneme!
25 yaşımı geride bıraktım az önce. Ne bir tebessüm ne bir şefkat gösterdim ardından.
Arkasından bakma gereği bile duymadım! Giderken bana  söyleyecek sözü bile yoktu! Belki de yüzü yoktu! Ne vermişti ki bu yıl benden Ne isteyecekti ?Yaşanmış artık çoktan yaşanıp kendini tüketmişti. Olmuşla ölmüşe çare de yoktu. 
Bu yüzden geçmişe mazi deyip,  bir cızzık çektim yitirdiklerime.Tarihimin tekerrür etmemesi için gerekli dersleri almıştım bile. Hayırlı bir ömür diliyorum kendime.
Son söz,

ALLAH'ım   Saydığım ve sayamayacağım  kadar,  sonsuz güzellikleri çok cömertce verdiğin  için, doğum günüm vesilesiyle bir kez daha Şükürlerimi sunuyorum ! 
Hamd olsun  aldığım her nefese ...



Not :1  
 Doğduğunuz gün neler olmuş ??? Ülkemizde ve dünya da neler yaşanmış ???
Şu saniyeye ya kadar  hayatınıza dair tüm detaylı bilgileri  benim gibi merak ediyorsanız? Bilmenizi gerektirecek ama bilmeseniz de size hiç bir  şey kaybettirmeyecek tüm ayrıntıları aşağıdaki linke tıklayarak öğrenebilirsin. 
( Doğum günü tarihininizi girip,  hesapla demeniz yeterli )
Haliyle insanın doğduğu güne aklı yetmiyor ve merak ediyor o güne dair olan şeyleri. İşte bende araştırdım bu site yardımıyla buldum tüm ayrıntıları. Afferin bana :))) 

NOT: 2  
ÖNCELİKLE AŞAĞIDAKİ GEREKSİZ AYRINTILARI ,OKUMANIZ  İÇİN PAYLAŞMADIM BAŞTAN SÖYLEYEYİM. 
( sonra karşıma geçip '' bana ne senin doğduğun günden kardeşim '' diye söylenmeyin ! ) 
Bu not,şuan okuyanlar için bir  hatırlatmaydı :))
   HAFIZAMA GÜVENEMEDİĞİM İÇİN ÖZEL İŞLERİME BLOG SİTEMİ ALET EDİYORUM. BUNDAN SONRADA PİS İŞLERİMDE DE KULLANACAĞIM :)))  
Postun başlığında da belirttiğim gibi, bunların hepsini  ''kendime yazdım'' , kendim için karaladım.

kendime yazmayı da alışkanlık haline getirmek istiyorum. SÖZ GİDER YAZI KALIR ! demiş ya atalarımız, bende balık hafızamın beni yarı yolda bıraktığı zamanlarda buraya gelip yardım alacağım.
 Kendime Teşekkür ederim bu yazıyı karaladığım için.



15 Kasım 2009
11:20 itibarı ile

15 Kasım 1983
Bir Salı günü dünyaya geldin
Sen doğalı 316 ay geçti
Sen doğalı 1.356 hafta geçti
Sen doğalı 9.497 gün geçti
Sen doğalı 227.939 saat geçti
Sen doğalı 13.676.360 dakika geçti

Sen doğalı 820.581.632 saniye geçti
                                                                                          
Bugün doğumgünün. Mutlu Yıllar ( Sağoollll )



Şu anda 26 yaşındasın
Bir sonraki doğum gününe 365 gün var
Bir sonraki yeni yıla 46 gün var
Hicri takvime göre doğum tarihin 10 Safer 1404
Tahmini ana rahmine düşme tarihin 08 Şubat 1983

Şuan için Dünyadaki insan nüfusu : 7.023.525.556


Doğduğunuz yıl asgari ücret: 16.200 TL
Sen doğduğun gün Amerikan Doları : 260,20 TL idi
Sen doğduğun gün Alman Markı : 97,56 TL idi
Sen doğduğunda 200 gr ekmek 11 Lira 11 Kuruş du

Sen doğduğunda cumhurbaşkanımız Kenan Evren idi.

Sen doğduğunda başbakanımız Bülent Ulusu idi

1982-1983 sezonunun şampiyon takımı Fenerbahçe,
gol kralı Selçuk Yula (Fenerbahçe) 19 gol

1983-1984 sezonunun şampiyon takımı Trabzonspor,
 gol kralı Tarık Hocic (Galatasaray) 16 gol

Ortalama Türk erkeği ömrüne 40 yıl uzaktasın
Ortalama gelişmiş ülkelerdeki erkek ömrüne 46 yıl uzaktasın

Ortalama Türk kadını ömrüne 45 yıl uzaktasın
Ortalama gelişmiş ülkelerdeki kadın ömrüne 53 yıl uzaktasın
Allah uzun ömürler versin. (Aminn)

Senin yaşına eşit bir ördek 7 yaşında
Senin yaşına eşit bir keçi 5 yaşında
Senin yaşına eşit bir kedi 13 yaşında
Senin yaşına eşit bir at 15 yaşında
Senin yaşına eşit bir balina 133 yaşında   ( Bu ne yaaa !!! )

Akrep burcundansın
Burç taşın Sarı Yakut,Sitrin
Burç Uyumları
Balık, Yengeç burçlarıyla uyumun çok iyi.
Yay, Oğlak, Başak, Terazi, Akrep burçlarıyla uyumun iyi.
Koç, İkizler burçlarıyla uyumun orta.
Kova, Boğa, Aslan burçlarıyla uyumun kötü.

Akrep burcuna uygun meslekler;
Yönetici, organizator,bilgisayarcı, endüstri lideri, komutan, satış yöneticisi, müdür, operator dişçi, teknik mühendis, gazeteci, kimyacı, müzisyen, müzik aletleri yapımcısı, tamirci, yazarlık, denizci, havacı

Kader Sayın 11
Sezgi gücü, Ülkücülük, Keşif yeteneği, Duyarlık, Fanatik.Hayalci ve öngörülü kişiliktir. Sanatkardır. Bilinç üstü gelişmiştir. Çok gergin ve aşırı duyarlı olmaktan korunmalıdır.
Dogum gününüze göre hangi hayvansın? (Aslan)
Siz lider olmak için doğmuşsunuz. Sözünü dinleten, dediğini yaptıran birisiniz.
Kararlı tavırlarınız çevrenizdekileri etkiliyor.
İnsanların arkadaş olmak isteyebiliceği birisiniz.


Akrep burcunun ünlüleri;
Abdullah Gül
Alain Delon
Arzum Onan
Emel Sayın
Alain Delon
Marie Curie
Mesut Yılmaz
Süleyman Demirel
Rock Hudson
Martin Luther
Alfred Nobel
Pablo Picasso
Marie Curie
Indira Gandhi
Katherine Hepburn
Mesut Yılmaz
M. Kemal Atatürk
Necmettin Erbakan
Nazlı Ilıcak
Süleyman Demirel
Dostoyevski
Troçki
Albert Camus
Voltaire
Theodore Roosevelt
Arzum Onan
Emel Sayın










Zerrin Özer
Meltem Cumbul
Muazzez Abacı








12 Kasım 2009 Perşembe

FARKLI MISIN? YOKSA FARKINDA MISIN ???



        İnsan farklı mı olmalı ? Farkında mı olmalı ? Bu sıralar kendime en çok sorduğum soru bu.  Birbirine benzer öğeler olarak gözüksede onlarda tamamen farklı diğerinden...
 Farklı olmak sonradan kazanılan bir meziyet midir. Yoksa insanın içinden mi gelir. Doğuştan gelen farklılık elbet hissetirir kendini ama ya bu sonradan kazanılmışsa çok mu sırıtır giyenin üzerinde? Çok nitelikli ama bir o kadar da gereksiz düşünceler geziniyor düşüncelerimde. Demek ki farklı degilim ben sadece olayların  farkındayım.  Aslını sorarsanız ben öncelikli tercihimi  farkında olmaktan kullanmıştım bile. Zaten bir farkın varsa çok bekletemezsin içinde. Gün olur  esaretten kurtulur özgürlüğün tadına alışır süzülür gider içinden. Sonrasında ister istemez yansımasını herkes görecektir. '' Farklı insanlar her zaman yalnız kalır çünkü onlar sürüden çoktan ayrılmıştır'' diye bir kaç satır bişeyler okumuştum biryerlerde.
Her neyse, iki günlük dünyada farklı olacam diye kendimi tüketip farklı arayışlara girmeye gerek yok diye düşünüyorum. Alıcılarımı  sonununa kadar açıp önce havasını soluduğum evimden başlayarak, Simidin kokusunu,çayın demini, komşumun selamını,sokaktaki köpeği,börtü böcüğü havadaki sisi, bir tebessümü ne bileyim, her ne varsa  sayamadığım, işte onların  hepsinin farkına varmaya ihtiyacım olduğunu hissediyorum.
Bu zamana kadar malesef farkına varamadığım veya  farkında olamadığım şeyleri yerinde görmeye doğru
usulca yol alırken sizleri de Can Yücel'in çok güzel bir şiiri ile başbaşa bırakıyorum.

FARK ETMELI INSAN
 Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken ‘Dünya benim!’ dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların ‘her şeyi bırakıp gidiyorum işte!’ dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azrailin her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.
Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi, köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine ’seni çok seviyorum!’ demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin, sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli.
Fark etmeliyiz çok geç olmadan…..
Ömür dediğin üç gündür,dün geldi geçti, yarın meçhuldür…
O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür….
        

7 Kasım 2009 Cumartesi

4 işlemde hayatın sonucu


 Bana kalsa sayfalarca yazı yazardım bu sonucu bulmak için ama  yinede bir kaç bilinmeyenli denklemle bilinmeyene dalar bi sonuca ulaşamazdım. Elin oğlu kendi uzmanlık alanından da yararlanarak  4 işlemde sonuca ulaşmış.

Nasıl mı ? İşte o sonucun kahramanı olan  üstada bağlanıyoruz:


Matematik öğretmenine

''Hayat neye benzer ?'' diye sormuşlar.


O da yanıtlamış;


''Matematikteki dört işleme benzer;


1.Aşk : Çarpma

        
         2.Evlenme : Toplama

   
   3.Ölüm : Çıkarma

                         
                        4.Miras : Bölme işlemi gibidir.''

                                       diye yorumlamış :))
                                                                                                       

6 Kasım 2009 Cuma

ORADAYDIM ... 06 KASIM 2002


           
           6 Kasım 2002 yer : Kadıköy
     Günler öncesinden bu maça odaklanmıştık,bu derbiyle yatıp yine onunla kalkıyorduk.Aylardan kasımdı,
ki o 6 kasım ramazanın ilk günüydü! Hepimiz oruçluyduk herkes  ilk defa orucunu stadda açmış olacaktı bu vesileyle. Bu nedenle hazırlıklı gitmiştik zeytin yağlı dolma bile vardı beslenme çantamızda :)) Gerisini siz düşün artık. 
O gün erkenden kalkıp kadıköy'ün yolunu tutmuştuk. Maç yanlış hatırlamıyorsam 19:00 daydı biz saat 13'e doğru içeri kendimizi atmayı başarabilmiştik ve saatler öncesinden statda en iyi açıyı yakalaycak yerden yerimizi almıştık.Telsim kale arkası tirübünündeydik  zaten bu maçtan sonra oranının uğuruna inanıp totem yapan arkadaşlarımızda olmadı değil.

           Kadıköyde tam anlamıyla bayram havası  vardı. Stad önündeki seyyar köftecinin halk işi köftelerinin kokularıyla birlikte stad çevresinden zafer nidaları işitiliyordu. O günlerde böyle 6S kolay rakip değildi :)
en azından fenere karşı  bazı maçlarda direnç gösteriyordu. Neyse tezaruhatlar eşliğinde bağıra çağıra içeri girerken cebimde ki tüm bozuklukları fener aksesuarlarına yatırmış kalanıylada çekirdek almıştım :)
             Sonra saatlerce içerde değişik uğraşlarla zaman geçirmeye başladık. Kimimiz bulmaca çözüyor kimi ertesi günkü iktisat sınavına çalışıyordu (halil sekeral kulakların çınlasın) Ama ortak düşüncemiz  iftar gelse o arada da maçta başlasaydı. Saatler yaklaştıkça heyecan da artıyordu. Hatta maça 1 saat kala seslerimiz yavaş yavaş kızılma belirtileri gösterirken heyecanımızı bir süre frenlemiştik.  6 Kasım 2002 tarihinde o stadda olan tüm şanslı insanların söyleyeceği ilk söz  '' Ne maçtı beaa '' !!! İnanmıyorsanız gidin o anı yaşıyan bi fenerliye sorun. Farklı bişey söylesin adımı değiştiririm :))
           Tabi bu maçı Kadıköyde Şükrü Saraçoğlu Stadında seyredenler o dönem büyük sükse yapmışlardı haklı olarak. Bak ben bugün olmuş üzerinden 7 yıl geçmiş havamı atıyorum ne yalan söylim :)
  Skor 6-0 'dı  biz tek yürek olmuş hep birlikte kısılan sesimizle 10,10,10 diye bağırıyorduk.O anı tekrar bir nebze ekrandan tekrar yaşamak isteyenler için kısa bir video : http://www.videofb.com/video_izle.asp?id=47&-6-Kas%C4%B1m-FB-6-0-Gs Bu arada dikkatinizi çekerim bu adına derbi denilen bir maçtı.
 Velasıl kelam  ''Ne maçtı beaa'' anlat anlat yıllarca bitiremezsin. Ömrüm olurda sağ kalırsam torunlarıma da anlatmayı düşünüyorum :))
 6 KASIM 2002 Tarihini 7. Yıl vesilesiyle bir kez daha anıyorum.

5 Kasım 2009 Perşembe

YÜRÜYEN MERDİVENDE YÜRÜYEN İNSANLAR

            Hayatımızın her alanına girdi bu yürüyen merdivenler. Kah bir alışveriş merkezinde kah metro istasyonlarında geçişlerde, geçen gün  tek katlı mini süpermarkette gördüm. Anladık diğerlerini ama tek katlı yerde ne alaka diye gülüp geçtim. Amcam merdiveni tükkana kurdurarak avm havası katmak istemiş ama mekan avm görünümlü market olmaktan hiç de öteye gidememişti. Zaten tek katlı mağaza ! Merdivene binmiş olsanda seni bi yere çıkarmıyor, çıkaramıyor  ki :))
  Her yerde görmeye alıştık yürüyen merdivenleri.Eksikliği  insanlarda büyük bir şaşkınlığa sebep olduğu gibi,
varlığı ise ayrı bir maceraya  sahne oluyor.
Her yerde karşımıza çıkıyor bu yürüyen şeyler! Hayatımızın vazgeçilmezleri listesinde top bilmem kaçta kaçıncı sırada bi ara araştırsam iyi olacak.
Bu arada ilk yürüyen merdiveni 1892 yılında bi amerikalı vatandaş tarafından bulunmuş.İlk fuarda sonra markette ardında da metro istasyonlarında kullanılmaya başlanmış derken benim gülüp geçtiğm tek katlı markete kadar  her yerde yaygınlaşmış.İlk yürüyen merdivenlerde basamaklara oturma ve sol ayağınla in diye ibareler yazıyormuş görünür yerlerde. ( Linkini ekledim bu arada, benim gibi merak etiyseniz  bi zahmet bakıverin )  http://www.tarihteilkler.com/ilk/iLK_YURUYEN_MERDiVEN/731/ 
   İlk başta kullanma talimatını da  yazmışlar adamlar bir kenara. Öyle demeyin 1890 lı yıllarda yapmışlar bu açıklamayı sonra zaten yaygınlaşmış ama bana tuhaf gelen yıl 2009 Rize'de bir alışveriş merkezi açılıyor tabi ki herşey son teknoloji ve buraya gelen insanlar yürüyen merdivenleri kullanmak isterken hafif şekilde yaralanmışlar.
inanmadın mı ? Bak işte fotoğrafı yan tarafta;
    Bu olay Rize'de de yaşanabilirdi benim memleketimde de! Olayı başka yöne çekmek isteyenler için baştan söyliyeyim de. Başbakan çıkaran bir memleket'in dünyayı böyle olaylarla bir asır geriden takip etmesi veya diğer şehirlerimizde de buna benzer olaylar yaşanması insanı üzüyor bea!

 Neyse benim bu yürüyen merdiven konusunda  en çok ilgimi çeken
'' yürüyen merdivenlerde ki yürüyen insanlar ''
Bu insanları beğeniyle takip ediyorum. Bazen ise şaşkınlıkla seyrediyorum.
Bu insanlar o kadar hızlı yaşıyorlar ki hayatı bir an hareketsizliğe tahammülleri yok. Bindiği aletin hızının artılması hayattan en büyük temennileri olur herhalde. Kendilerine göre levellerini ayarlayabilseler keşke :)
Gün boyu  yorulmuşsun, dolaşmışsın en rahat edeceğin, kısa süre de olsa dinleneceğin bir ortamı bulmuşsun az dinlen bea kardeşim! Bu koşuşturma bu tempo insanı mest ediyor doğrusu.Böyle bir dalda olimpiyatlar açılsa da beleşten bi kaç madalya kazandırsak ülkemize.
Sizce de  güzel olurdu dime ?
 Yürüyen merdiven katagorisinde ülkemizi temsil etmek isteyen, hızına güvenen, metro istasyonlarında yoğun iş saatlerinde,kalabalıklardan tereyağından kıl çeker gibi hızla çıkacak gönüllüler aranıyor diye bir ilan görürseniz hiç şaşırmayın heaa! benden söylemesi  :)))

4 Kasım 2009 Çarşamba

MUTSUZUM LAN !!!




         Söyleyecek çok şey varken, burda sus pus durmak benim de hiç hoşuma gitmiyor ama iştahım kaçtı !
Artık bünyem kaldırmıyor bu kadar düş kırıklığını. 
Ne yapsam olmuyor! Hangi tarafa dönsem farklı bir karamsarlık tablosu zorla seyir alanıma burnunu sokmakta. 
Kendi yasımı tutup karalar bağlıyorum. 
Ruhumun cenazesini yine ben kaldırıyorum!

Bu hayatın başka renk tonları var da ben mi bilmiyorum!

Bir türlü kıramadım şu şeytanın bacağını.
Basiretim mi bağlandı? Kısmetim mi kapandı? Ne bilim arkadaş çözemedim gitti var bu işte bir karın agrısı !
   Kendimle dertleşmekten bıktım! Geçmişi dert edinerek kendi pişmanlığıma yeni dertler eklemekten tükendim! 
İçime keder akıtıp mutsuzluk damıtmaktan sıkıldım. Bıkkınlık geldi yüreğime dert atmaktan, at at da nereye kadar!

ki artık yüreğimde de yer kalmadı. 
Çöplüğe çevirdin lan gül gibi gönül bahçemi ! 
Neyse, nedense  işte ...

Tok açın halinden anlarmı arkadaşım bilmem ama 
mutsuzum ben, her zamankinden fazla mutluluğa açım.Bir oturuşta silip süpürürüm ardımdan atacak bir şey bulamazsın.Zayi etmem hiçbirşeyi, hem gönlüm hemde gönül gözüm aç.Kapılarımı mutluluğa ardına kadar açmış,pusuya yatmış ve ben yine seni bekliyorum!

Mutsuzum be arkadaş!
hemde çok mutsuzum.

Mutsuzum lan !!! 
Var mı ötesi ...