22 Aralık 2010 Çarşamba

Fİ TARİHİ'NDEN BU YANA ...



    
                        SEZAR'IN HAKKINI BANA VERİN :))
        Vakti zamnında, Sezarın huzuruna ıkı kısı gelıyor ,bunlar borclu - alacaklı bırbırlerınden, Bır turlu ellerınde tuttukları paraları paylasamıyorlar!
Bu paranın tamamı benım yok olur mu ? öyle şey canım bu para benım hakkım! felan fılan derken, dıyorlar bu iş böyle olmayacak bız kral Sezar'a gıdelım o dogru kararı verır dıyerekten dusuyorlar yolla!
     Bızım Sezar'da adına en afıılısınden yenı bır para bastırmıs o zamanlar, Havasından gecılmıyor kralın,  Adamlar anlaşamayınca soluğu Sezar efendi'nin yanında alıyorlar. Kral'ımız adildir,bu paranın  kimin hakkı olduğunu hemencecik söyler, bizde ona göre hareket ederiz diyorlar.Diğeri ne de olsa benim lehime karar vercek bak görürsün derken topu Kral Sezar'a atıyorlar.
Sezar bakıyor bunlar şiddetli geçimsizlik içinde adamlara dıyor kı ;
Verın bakim ! o paraları bana. Adamlar anlaşmazlığa düştükleri paranın tamamını kral'
a veriyorlar.
       Hakkatiyetli bir karar cıkmasını bekleye dururken,
Sezar bu paralar benım olacak ! Bu paralar benim diyor, bende bunları arıyordum.Tamam  sorun cozulmustur dağılın bakem diyor !
Adamcağızlar , aynı anda ,nasıl olur kralım? 
Bız kendı aramızda halledemedıgımız ıcın sana geldık sen de kasla goz arasında ıc ettın parayı! 

    Ayıp falla sana dıyorlar kral'ım da Sezar'ım ! yakısmadı koca sezara!
Sezar dıyor ki ;  Bu paranın arkasında ne var ?
Adamlar bakıyor, bakıyor,  kralımız Sezarın tugrası vardır dıyorlar, ve ıcınde halıyle resmınız var!
Evet diyor Sezar!
O halde ; Sezar'ın hakkını siz de  Sezar'a vereceksınız !



O gün bugündür bu laf, dilden dile dolanıp bu günlere kadar gelmiştir.Ortada artık ne Sezar vardır ne de hakkı kalmıştır. En son ihale bende kaldı, bende bu sözü üşenmeden araştırıp, kendimce yorumlayıp (yani katledip )  sizle paylaşmak istedim. Artık hikayeyi siz de bu şekliyle biliyorsunuz. Siz de böylece benim suç ortağım oldunuz :))

  Sevgili duyarlı izleyicilerim, sizler de benim gibi böyle  hikayelere merak salıyorsanız, araştırmacı bir yönünüz var fakat bu yeni bilgileri edinmeye zaman bulamıyorsanız ? Artık     bilgi dağarcığınıza yepyeni bilgiler katacak bir blog sitemiz var. Adı : fi-tarihi , Ben tüm sevecenliğim ve samimiyet'imle tavsiye ediyorum. Bazı arkadaşlar şiddetle tavsiye ediyormuş.Ama siz şiddet'ten yana olmayın lütfen, sevgiyle yaklaşın :)) 


    Yukarıda ki hikayeyi paylaşmamın sebebi tamamen Fİ TARİHİ adlı site'den ilham almamdır.(Özellikle ; şu hikayeden esinlenmemdir ) Adamın işi gücü yok ! Böyle şeyleri araştırıyor, sonra yorumluyor ve erinmeden de bizlerle paylaşıyor.ALLAH razı olsun kendisinden,sayesinde bilgi dağarcığım genişledi,genel kültürüm tavan yaptı. Tavsiye etmemin sebebi tamamen bundandır. 
Neyse reklam kokan hareketlere daha fazla bulaşmadan!  Gerçekten tavsiye ettiğim bu blog sayfasına  sizde bi zahmet uğrayıp bi  izle dersiniz dime ? :))


SEvgiler ...









19 Aralık 2010 Pazar

Çok garip bir hikaye dime ?



SEvgili duyarlı izleyiciler , güzel insanlar merhaba.
Bir önce ki ''yarım kalan bir aşk hikayesi''adlı yazıda başından geçen hikayeyi sizlerle paylaşan,Misafir yazarımız, değerli dostum Şekeral'a göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür ederim.Sizler gibi ilgili hikayeyi ilk okuduğumda aynı tepkileri bende verdim.Sekeral'ın  hevesimizi kursağımızda bıraktığı konusunda hem fikiriz! Hikaye bu mudur! Bu kadarcık mı ? diye ısrarla sordum  kendisine. Her sorduğumda da utanmadan sıkılmadan aynı cevabı verdi :) Beni alet ettiği bu hikayenin sonunu dinlemek ilk başta bana da bir türlü kısmet olmamıştı.Duyarlı izleyicilerimin masum duygularıyla neden oynuyorsun diye şakalaştık kendisiyle derken. Bahsi mevzu olan hikayenin esas kahramanı, hikayede ismi ''sarışın'' diye geçen bayan arkadaştan aldığımız mailler sonucunda,  Kendisine söz hakkı doğduğu  ve yoğun bir ilgi olduğu için hikayenin devamını da getirmeye karar aldık.

         Şekeral'a bugün aynı mekanda sordum '' Bu hikaye'nin devamı için bayan arkadaş böyle diyor. Hikayeni  bitir de önümüze bakalım. İnsanlarda bir daha yarım kalan bir aşk görmesin , dediysem de. Nuh dedi peygamber demedi. Mızmızlanan çoçuk edasıyla şöyle bir omuzlarını silkerek ; banane bananee dedi durdu. Hayda güler misin ,ağlar mısın? anlamadım ki !  Biraz ısrar ettim felan derken. Bu kezde demez mi ? Ben baskı altında yazamam,  misafir yazarlıktan çok kısa bir süre istifa ediyorum dedi !  İstifasını askıya aldık şimdilik. Yazının sonunu kendi kaleminden okumak istedik ama o her defasında aynı olumsuz cevabı verdi!        İşte bu nokta da hikayenin  esas kızından mailler geldi.  Kendisine söz hakkı doğduğu için bu mailleri olduğu gibi yayınlayacağıma dair söz verdim kendisine.Kusura bakma Şekeral !
 Ne güzel hafta sonu için güzel bir yazı yayınlıycaktım , nerden çıktı bu şimdi diye söylene söylene hikayeyi sizlerinde izniyle gelen maille istinaden sonlandırıyorum.
Gelen mail aynen şöyleydi :)))  :
Geçen günkü hikaye tadında yazılmış olan bir önceki yazınızı okudum.Arkadaşlarım vasıtasıyla bu olaydan haberdar oldum. Evet hikaye de ismi ''sarışın kız'' olarak geçen ilgili kişi benim. Bir kere ismim sarışın değil , Müjgan! Uzatmadan durumu bir de ben izah edeyim; Hikayeyi okuyunca sinir krizlerine girdim çünkü. Madem bir şey anlatcan sonunu getir dime ? alalaaa böyle bişey de görmedim ömrü hayatımda. Neyse ben şimdi açıklim durumu da kapansın bu mesele.Beni çok baydı biline. Neyse olay şöle oldu , çok sıkıldığım zamanlarda yazılmıştım arkadaşın dediği o kursa.Adını sonradan öğrendim o arkadaşın da . Şekercimiydi,Şekeralmıydı , neyse öyle tatlı bi ismi vardı, ama kendisinden hiç elektrik  almadım oda ayrı bir konu.
          Çok eğleneceğimi , kafa dağıtacağımı düşünerek gittiğim kursta. Hiç de beklemediğim manzaralarla karşılaştım. Beni verdikleri sınıftaki insanlar çok pasif, çok soğuk insanlardı. İnek desen inek değil , dersi kaynatan, eğlenen tipler desen onlardan da değil acayip bir sıkıcı hava vardı içeride. Sınıf ortamında olmayacak yeni bir tür doğmuştu benim şansıma. Bu sınıfta garip ama garip, sessiz sakin, utangaç ama bana karşı çok ilgili olduunu hissetiğim bir çoçuk vardı.Onu  kursun bitmesine yakın fark ettim.
          Kursta  4 ay gibi bir süreyi kapsıyordu. Ben yine farketmezdim bu kadar garip birini lakin arkadaşlarım bana söyleyince anladım bana karşı ilgi duyduğunu. Çoçuk dersi bırakıp bana bakardı. Sanarsın ki dersin hocası benim. Bana bakarak örnekler verir. Gözlerini benden hiç almazdı. Bana karşı bir ilgisi vardı kesin ama cesareti yoktu. Böyle geçti koca zaman ama bu garip kişi bir kez bile yanıma gelip tanışma teşebüssünde bulunmadı. Ona karşı hiç bir şey hissetmiyordum ama onda ki garip ruh hali beni de bi garip yapmıştı.

            Bir gün arkadaşlarla kurs çıkışı yürüyoruz ağır ağır , bir baktık ki önümüzde bizim garip çoçuk. ders kitaplarını ellerine almış,ağzında bir sigara, kulağında mp3 player , dalgın dalgın yürüyor. Kızlar  '' aaa bak senin gariban, ayy garip çoçuk bak önümüzde '' bi selam verde mutlu olsun. Ne vercem kızım manyakmısınız siz dedim. O bir kere bana merhaba demedi ki diye sözlerini kestim. Neyse bizi fark ettiğini hissettik.
Birden suratı kızardı,duruşu değişti. Bir yandan göz ucuyla bize bakarken bir yandan da cep telefonunu cebinden çıkarmaya çalışıyordu. İşte o an cebinden büyükçe bir kağıt düşürdü.Yere düşen kağıtın farkına bile varmadan yoluna devam etti.  İşte o sırada bizim kızlar aaa bak cebinden bişey düştü , öenmli bir şeye benziyor gitsek de versek insanlık namına dedi. İyi dedim adımlarımı hızlandırarak yanına gidiyordum ki oda ne oda birden hızlandı. Allaaa dedim ne garip biri bu . Benden mi korku? Ürkek bir ceylan mı bu ? anlamadım ki! neden sonra köşeyi dönerken yetiştim hızına. Tam önümde durmuşken seslendim beni duymadı! Nasıl duysun ki !  kulağından bangır bangır sesler geliyor! Baktım olacak gibi değil ,  yavaşça vurarak omzuna dokundum. Hey bakar mısınız ? Bu kağıt sizden düştü , önemli bişey olsa gerek. Alın dedim. Sanki ben başka birşey demişim gibi heycanlanarak,suratına kendisi gibi garip bir gülümseme kondurdu.
 - Teş-teşekk-teşekkürler dedi, zorlanarak , sesinin titrediğini ,heycanı herhalinden belliydi! Belki bu kelimesinin ardından ,  başka şeyler söyler diye, gülümseyerek baktım suratıan heycanını yensin diye ama yok!  o marur garipligi ve gizemiyle döndü önüne ve birden koşmaya başladı ! Aman Allah'ım yok böyle bişey ne yapacağımı şaşırdım. Sanki ona kötü bir şey yapmışım gibi hissettim ve çok pişman oldum onun gibi bir insana iyilik yaptığım için...
İşte durum bundan ibaret değerli blog sahibi. Derhal hakkımda devamı gelecek asılsız hikayeye bir son verin diye size hikayeyi tüm gerçekliğiyle anlatmış bulunmaktayım. Son olarak söyleyin o Şekeral Efendiye'de bir daha böyle kendisi gibi garip, gizem süsü vererek insanları merakta bırakmasın. Söyleyeceklerim bu kadar yayınlarsanız sevinirim.
Hoşçakalın , Müjgan ...

16 Aralık 2010 Perşembe

Yarım Kalan Bir Aşk Hikayesi...

Evet sevgili okur kesimi. Blog sahibi de beni mazur görürse, kendisinin de - başrol olmasa bile - yardımcı erkek oyuncu olarak bulunduğu bir aşk hikayesinden bahsetmek isterim. Her hatırlayışımda heyecandan kalbimin pır pır attığı, nutkumun tutulduğu ama sonunda duyanların "aman tanrıııım" diye haykırmak istediği, sıradışı bir aşk hikayesi. Dilerseniz en başından alalım ki, kafalarda soru işaretleri kalmasın..

Soğuk bir kış günü, heyecandan titreyerek bu blogun sahibini aradım. Dedim kardeşim, işten çıkar çıkmaz hiçbir yere uğramadan, doğrudan her zaman oturduğumuz mekana geliyorsun, sana anlatacak çok önemli hadiselerim var. Heyecandan sesimin titrediğini sanırım o an o da fark etmişti ama çok da belli etmeden sadece "tamam" diyerek telefonu kapattı. O an ki heyecanımla yolda gördüğüm sıradan bir insanı, gel birader şöyle karşıma diye çevirip, başımdan geçenleri ona bile anlatabilirdim ama akşamı beklemem gerekiyordu. Nihayetinde akşam oldu da buluşma gerçekleşti. 

-- Hayırdır kardeşim? Nedir akşam akşam bu kadar mühim hadise? Anlat hele?
- Dur be olm, önce iki çay söyleyelim de elimizin altında kuruyacak damağımızı sulamalık bişiler olsun...
-- İki çay lütfen, bi tanesi açık olsun.
- Neyse, başlıyorum bak. Hazırsın demi?
-- Olm anlat işte, zaten telefonda sesin tir tir titriyordu!!

Bak dinlemeyeceksen anlatmayayım diye saçmalayarak olaya girdim. Olm, benim şu gittiğim kurs var ya. Orada daha ilk derste, arka sırada oturan sarışın hatundan bahsetmiştim. Hatun bana bakarken bir gariplik olduğunu sezinlemiştim ama, yok artık, taş gibi hatun işi gücü yok bana mı bakacak diye önemsememiştim. Neyse abi, gel zaman git zaman, ders aralarında, ders çıkışlarında hatun bana bir bakıyor ki sorma. Artık iyice işkillenmeye başladım. Dedim burda var bi bit yeniği ama hayırlısı. Bir yandan da, ya bu hatun da çirkin erkek seven güzeller kategorisindeyse. Ya gerçekten benim sessiz sakin ama filozofvari havamdan etkilendiyse? Sorular ve günler birbirini bu şekilde kovaladı gitti. 

--Ee, sen gerekli cesareti gösterip kıza açılamadın da, kız mı geldi sana açıldı yoksa??
- Dur olm yaa!! Böyle hikayeyi hiç edeceksen hiç anlatmayayım daha iyi..
-- Tamam lan tamam, devam et ben dinlemedeyim!!

Neyse işte, dün akşam üzeri kurs çıkışı empeüç kulaklığını taktım kulağıma. Verdim alttan en agresif metal müzik dinletilerini. Hırçın ve agresif bir modda her zamanki yoldan otobüs durağına yürüyorum. Hemen arkamda da, bizim sınıftan üç bayan arkadaş (birisi de benim şu bahsettiğim sarışın). Ben bilerek adımlarımı hafif yavaşlattım ama neden yaptığımı bilmiyorum, arkamda da sesli sesli birşeyler konuşuyorlar ama lanet olası empeüç player yüzünden anlamıyorum. Birden, sanki arkamdan bana yaklaşıldığını hissediyorum ama sanki yaklaşmıyor da ben yaklaştıklarını görmek istiyormuşum gibi. Anlatılması çok güç bir durum. Tam o esnada sol omzumda bir dokunma hissi ile arkamı dönüyorum ki, o da ne !!

- Olm ben burda sana ne anlatıyorum sen kalkmış karşı masadaki hatuna kilitlenmişsin. Bu mudur yani sevgi barış dostluk kardeşlik?? Bir daha da sana birşey anlatırsam iki olsun. Te allaam yaa, şu yaptığını düşmanım yapmaz yeminle!! Ben eve gidiyorum...

Diyerek ayrıldım o gün cafe'den.. Hikaye de başlıkta bahsettiğim şekilde yarım kaldı : ))

12 Aralık 2010 Pazar

Ah anam vah anam...

Geçenlerde yolda yürüyorum. İki tane alt alta pankart. Birisinde AKP Kadın kolları, diğerinde de CHP Kadın kolları imzası var.. Metinde ise; kadınlara seçme ve seçilme hakkının veriliş yıl dönümü kutlu olsun..Vay arkadaş dedim, bu mudur yani? Seçme ve seçilme hakkı verilmiş kadınlara, hem de 1930 küsürlü yıllarda. Ama benim beynim çok yönlüdür arkadaşlar. O metin üzerinden hemen feminist kadın gruplarına, oradan bir kadın neden feminist olur sorusuna, feminist kadınlardan da gariban anama atladı düşünceler. Yanlış anlaşılmasın ha, anam feminist falan değildir, tam aksi; beyim bilir modunda güzide bir ev hanımıdır ama o da kadın sonuçta. Üç çocuk anası : ))

Asıl meseleme geldim artık. Ben çok kültürlü ve bilgi birikimi yüksek birisi olduğum için, bu feminist ayaklarındaki ablaları, onların ilk örneklerini falan çok iyi bilirim. Asıl amaçlarını bile bilirim de her yerde açık açık söylemem. Bu blogda emaneten yazdığım için paylaşmakta bir beis görmüyorum! Şimdi sizler daha önce hiç "anaerkil" diye birşey duydunuz mu? Duymayanlar olduysa yazının geri kalanını okumasın, bilgisayarı kapatsın ve güzel bir uyku çeksin. Duydum diyenler, sözüm size; şu an malumunuz, ataerkil bir düzende yaşıyoruz ve erkek egemen güçleri lutfedip de, analarımıza, kadınlarımıza seçme ve seçilme gibi haklar veriyorlar. Peki, ya anaerkil bir toplumda yaşasaydık, erkeklerimizin hali nice olurdu? İşte şimdi aklıma gelen bir kaç enstantane yazmaya çalışayım dilim döndüğünce...

Mesela, anaerkil bir düzen olsaydı, acaba yolda yürürken kızlar bana laf atarmıydı? Atsalardı benim tepkim ne olurdu?? Ağzını burnunu kırar mıydım yoksa "kikikiki" diye kikirdeyerek yoluma devam mı ederdim?? Annem akşam işten gelince; beey, beeey, bu yemeğin hali ne böle, tuzu yok ayrıca çok sıcak diye çemkirir miydi?? Ayy şekerim bu erkek şöförler de trafiğin anasını ağlatıyordu diye kahvehane köşelerinde geyik çeviren kadınlar geliyor gözümün önüne de, komik mi trajedi mi karar veremiyorum : ))

Töre cinayeti için kocasını ve oğlunu kurşuna dizer miydi analarımız?? Ya da karısından dayak yiyen adam boşanma davası açar mıydı? Üff yaa, bu beyin cimnastiği çok ruhumu daralttı. Ama anladım ki, anaerkil bir toplum olsaydık ya da öyle bir toplumda yaşasaydık, bu kadar şiddet olmazdı hayatımızda.. Anaerkil de olsa ana yüreği kıyamazdı bizlere vurmaya, şiddet uygulamaya.. Vay arkadaş, nereden nereye geldik.. Ben ne yazmayı düşünüyodum, şimdi erkek olduğumdan utanır oldum.. Ama düşüncelerimde samimiyim diyerek bir alkışı hak ettiğimi düşünüyorum. Alkışlarınız "yorum" olarak "yorum" hanesine düşsün o zaman : ))

Kalın sağlıcakla...
Blogcuzade Sekeral Efendi

6 Aralık 2010 Pazartesi

1 milyon kalem - birmilyonkalem kaç düzinedir ?


   Bundan sonra 1milyonkalem adlı blog sayfasında yazar olarak görev alacağımı duyarlı izleyicim'e ilanen duyurmuş bulunmaktayım.
Sen kendi blogunda bile yazmasken  başka bir yerde nasıl paylaşımda bulunacaksınız dediğinizi duyar gibiyim.Söyleyin söyleyin alınmam :)) Farkındayım blogcanım'ı çok ihmal ediyorum uzun zamandır farkındayım. Artık bu gidişe bir son vermek istiyorum. Malum havalar hızlı birşekilde soğumaya başladı. Bu ne anlaam geliyor ? kış geldi. kır bacağını otur sıcak evinde, aç blog sayfanı kaldığın yerden devam et. Benim için bu anlama geliyor. Bu üşengeç , sürekli işi gücü çıkan kardeşiniz bundan sonra kendine extrem zamanlar ayarlayarak , kışı da bahane ederek yazmaya başlayacaktır emin olunuz. En azından yazabileceğini düşünmektedir. Uzun zamandır gerek sosyal yönüyle,gerek kültürel paylaşımı ve seviyeli çizgisiyle yayın yapmakta olan değerli  ''1 mk''   blog sayfasında, yazar olarak başlamış bulunmaktayım. 
Tüm içtenliğim ve samimiyetimle orada da yazılar yayınlayacağım. Belki ilk başta eski yazılarımdan bir seçme de yapabilirim  ama bir şekilde yep yeni yazılarım,gözlemlerim ve şiirlerimle sizlerle olmaya devam edeceğim.Güzel sosyal projelere imza atan,ticari kaygı taşımayan kaç tane blog var ki alasen? Varsa söylin gidim onlara da üye olim. Vel asıl kelam  sırf bunu söylemek için yazdım. Sizde üşenmediniz okudunuz , teşekkür ederim. unutmadan son yazılarıma yapılan yorumlara cevap vermediğim için çok mahçup durumdayım. Yorum yapan tüm güzel insanlara çokk teşekkürimi sunuyorum.Eksik olmayınız. Eliniz değmişken, hayrınıza şimdi linkini vereceğim yazıya da bir yorum yazarsanız sevinirim :))  Onun 0 yorum olarak bulunması canımı sıkmaya başladı. Lütfen bir el atınız :))) Şimdi ben yorum yaparsam ayıp olur ! Öyle değil mi?
Uzun zamandır çeşitli gözlemlerde bulunmaktayım.Yemedim içmedim gittim kalabalığın arasında çaresiz ve yalnız gözüken insanları gözlemledim,notlar aldım, kelimelerle oynadım içime sözler akıttım.Artık onları sizlerle paylaşmanın vakti geldi.  tek sorunum şudur ki ;  onları nasıl başlasam da yazsam diye düşünüyorum. Ara verince yazıya, tekrar  başlaması güç oluyor gerçekten! Kalemim ürkek,bedenim üşengeç fakat ruhum aç ! Her şeye rağmen bu yürek haykırmak istiyor ! Bu yüzden en kısa zaman zarfında görüşmek üzere, esen kalın ...


SEvgiler,
SAygılar ...



30 Kasım 2010 Salı

Ben Benden ...

Ben;

Benden olgun insan isterim karşımda!
Benden dürüst,
En ufak dalgada,
Arkasını dönmeyecek kadar olgun.
Arkamı döndüğümde,
Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir.
Bir o kadar cesaretli olmalı.


Yağmurdan ıslanıp,fırtınadan kaçmamalı.
Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı.
İşine gelince sevip,
Zoru görünce bırakmamalı!


CAN YÜCEL

16 Kasım 2010 Salı

Bir İhtimal Daha Var ...


     

    Öyle yürekten gözlerime bakma ey yâr!... Gözlerimin sende kalma ihtimali var. Gözlerim eğer sende kalırsa yâr, yüreğimin seni sevme ihtimali var. Yaklaşma bu kadar yürek tenime ey yâr!... Tenimin yanıp kül olma ihtimali var. Alıştırma varlığına bu kadar. Yokluğunun yokluğum olma ihtimali var ...





2 Kasım 2010 Salı

17 Ekim 2010 Pazar

HOBİ Mİ ? O DA NE !



Zamanı hoyratça kullandığım mekanlarda,vakit'in nakitten daha önemli olduğunu bilmezdim. Zamanı bilinçsizce tüketen, çevresindeki insanlarla kendisi arasında bir farkındalık oluşturamamış ,karambole yaşayan zamani bir genciydim işte...

Yıllar ,yıllar önce garip bir tesadüfle tanıştım onunla.İlk görüşte aşk dedikleri şey bu olsa gerek. İlk tanışmamızda içimi garip bir duygu kaplamıştı. Tanışma faslı bitmişti arttık. Birbirimizi çok iyi anlıyorduk, onunla geçirdiğim her dakkika için yüce mevlama şükrediyordum. Henüz daha adını dahi bilmediğim bu şey beni çok mutlu ediyordu. Yaşadığım bu mutluluğun  tarifi imkansızdı ,bu yüzden ismini dahi öğrenmek istememiştim bu güzel şey'in. Hep benimle kalması,sıkılmaması için ona soru dahi yöneltmemiştim. Böyle güzel zamanlardan sonra ben o güzel şey'i başka şeylerle aldatmaya başladım istemeyerek! Kendimden utanıyordum ama başka şansımda yoktu. Hepsine yetecek kadar sevgim vardı ve fazlasıyla da onlara yeterdi ...
 Gel zaman gitti zaman, bir tanışma anında  meraklı bir bayan vatandaş, hobilerin nelerdir diyerekten  bir soru yönelti bana ?
Hobi mi ? İlk telefuz edilişinde  kulağa hoş geliyor ama o da nedir dedim içimden ! Ben ona mahçup olmamak adına,  serdeki erkekliğin tüm imkanlarını kulanarak bir cevap düşünürken, bu kez fobin nedir diye sordu? Alalaa ilkini cevaplayacağım diye bi yerlerimden terler akarken, bu ikincisi nerden de çıktı ki! Hızlı bir şekilde düşünmeye başladım. Bu dedikleri şeylerin isimleri birbirine çok benziyor,janjanlı isimlerdi bunlar,mutlaka ikiside birbirine benziyordur diye düşünürken, birden pes ettim ve hobi'nin türkçesi'nin ne olduğunu sordum. Soruya soruyla karşılık verdim bir bakıma. Soruyu bana yönelten bu meraklı beti arkadaşta, meğerse kelimenin türkçe anlamını bilmiyormuş. Bir şeyler geveledi durdu benim gibi. Onca söylediği şey arasında aklımda sadece toparlarsak şu sözler kaldı :  '' İnsanların normal yaşantısında zevk için uğraştığı, bir başka deyişle hayatında yapmak zorunda olduğu şeylerin dışındaki eğlenceli, mutluluk verici ve zevk verici işlerle uğraşmasına  hobi denilmektedir.''
Bana bu soru sorulduğunda yaşım 15-16 idi.   Ve ben o saate kadar hobi'nin bir çikolata çeşidi olduğunu biliyordum. Ya da onun gibi şeyler zannediyordum işte ! Şimdi o yaştaki çoçuklara sorsan hemen bi dünya şey sayarlar bunları sayarkende bana kıçıyla gülerler :))
Neyse sonradan öğrendik arkadaş. Hatta onun bulamadığı, hobi kelimesinin güzel türkçemde ki anlamca karşılığının ''düşkü'' olduğunu bile öğrendim.  Belkide bu kelimeyi sonradan ihtiyaçı karşılamak amacıyla uydurmuşlardır kim bilir. Başka bir  anlamı ise;  ''Görev ve meslek dışında severek yapılan, dinlendirici, oyalayıcı uğraş, düşkü...'' diye geçer bazı kaynaklarda.
Eskiden amcalar,teyzeler bahçelerini büyük bir zevkle sularken,elişi,oya örgü yaparken vss... birbirine nispet yaparak benim en büyük  ''düşküm'' de bu. Ya senin ki ney? diyerek beğenilerini birbirleriyle yarıştırmıyorlardı ki!  İnsanlar zevk için,huzur için her türlü eylemlerde bulunuyordu. Sadece ismini bilmiyordu benim gibi o kadar! Bundan dolayıda eksiklik hissetmiyorlardı...
Demincek evimde otururken, pazar günün vermiş olduğu rahatlıkla bu anı, aklıma geldi durduk yere. Hiç de gelmezdi ,şu an ki top listemde de yoktu ama neyse geldi işte!
Pazar günü ya. Direk koşullanma veya çağrışımla insanın aklına boş zamanını değerlendirdiği  düşkü'leri (hobileri) geliyor. Bana da  bu kez öyle oldu galiba.  Neyse gelelim sözün özü'ne,Benim heycanlık duyarak çoçukluğumda tanıştığım.Mutluluktan ayaklarımı yerden kesen, ve sonra onu diğerleriyle aldattığım şey benim ''düşküm'müş'' ! Meğerse ben ona çoçukluktan düşkünmüşüm.  Denize attıktan sonra başından ayrılmadığım oltam,tuttuktan sonra denize tekrar bıraktığım balıklar, gökyüzünde süzülürken elimi kaşlarımın üzerine koyarak bakıp durduğum uçurtmam, kitaplarım, heyecanlanarak kağıda karaladığım ilk şiirlerim, tutarsız ama sürekli yazdığım düz koşu yapan yazılarım. Halısaha maçlarım,fotoğraf çekme tutukum, ve  son olarakta 1yaşını  geçen günlerde doldurmuş olan nacizane  bu ; '' http://heristebirhayirvardir.blogspot.com/ '' adlı blogcanım.  
İşte o gün bana sorulan o sorunun cevabımı meğerse bunlarmış. Ben bu uğraşları yaparken mutluluk duyorsam, aradan geçen yıllara rağmen terk etmediysem ve beni halen heycanlandırabiliyorlarsa. İster bunun adına hobi diyelim ister düşkü,istersek başka bişey! Aslında sorulması gerek asıl soru ?  Zevk alarak bu eylemleri  sürekli yapabiliyor muyuz? Yoksa dostlar bizi alışverişte görsün diyerek,kağıt üzerinde yada,cv'lerimizde mi yer veriyoruz bu güzel şeylere. Cv'dedim aklıma başka bir anı geldi :))) keşke hobilerimiz işimiz olsaydı da biz hep mutlu mesut işlere imza atsaydık. bu anımı da anlatmadan ben müsadenizi istiyorum bir dahaki yazıda da ona değinirim artık. Ohh beaa rahatladım yine.  Helall sana blogcan! SEviyorum seni ...
Herkese kocaman  SEvgiler, güneşli mutlu pazarlar ...



not :  Son aldığımız haberlere göre , hobi sahibi olmayan insanların yaklaşık %40 ‘ı hayatlarını mutsuz bir şekilde geçirdiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış durumda. Sizde bu durumdaysanız en yakın sağlık merkezine değil hayallerinize başvurunuz ...



10 Ekim 2010 Pazar

HER AYRILIK , ASLINDA YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR


Ey güzel insanlar hepinize kocaman kocaman SEvgilerimi  getirdim, alın tepe tepe kullanın,bugun bendensiniz
, helalli hoş olsun :))  Malumunuz 1,5 aydır yoktum buralarda. Ortalıgın arazisi oldum bakın yine. Bloga bir geliyorum bir daha beni buralarda görene aşk olsun falla. İyi alıştım bir gidip, bir gelmeye.Benim kadar  üşengeç
,ihmalkar bir blog yazarına da az rastlanır  herhalde bu diyarlarda.
  Elimde olmayan sebeplerden dolayıdır, bu gidip gelmelerim, ama her kısa süreli  ayrılışımda ; yazmayı daha da özlediğimi hissediyorum. Sevdiğimiz şeyleri yanımızdayken özlemek ayrı bir tatlı oluyormuş onu daha iyi anladım.  Bakınız şu an yazma arzusuyla yoğurulmuş, enerjisiyle ülkesine  alternatif  kaynaklar üretebilecek insan konumdayım. Gel gelelim neden ayrı kaldım bunca süre buralardan. ( bana ne arkadaşım dediğinizi duyar gibiyim! olsun ben kendimi rahatlatmak adına yazıyor olcam) 1,5 ay içinde hayatımda çok şey değişti. Mevcut işimden ayrıldım.Ve bir gün sonrasında yeni bir işe başladım. Bu ülkemiz şartlarında nadir görülen bir durumdur, ki ben de bu kadar hızlı gelişme ve sonuç görmemiştim. Gerçekten çok şaşırtıcı bir durumdu.İşsizligin altyapısından yetişmiş bir insan olarak, 6 ay işsizligin en sefil ve en ızdıraplı günleri  görmüş biri olarak, yeni işime hemen başlamamı işsizligin emektar bir oyuncusu olmama baglıyorum. İçimde ki ses artık şansımın tekrardan döneceğini söylüyor. Rüzgar ,talihime şu an hangi yönden esiyor bilmem ama içim de bir bahar mevsimi yaşanıyor.
ALLAH'ım hakkımda, hakkımızda herşeyin hayırlısını nasip eyle.(aminn pls )
Yazmadığım süre zarfında çok okudum. Okudugum her kitaptan , çalışkan bir arı edasıyla sentezlemeler yaptım. Bunları sizinle ilerleyen dönemlerde mutlaka paylaşmalıyım. Zaten blog yazmadığım günlerde mutlaka kitap okurum. Blog yazdıgım zamanlarda ise okuma alışkanlıgım azalıyor.Zaten  cahil adamın tekiyim, okumayıda bırakınca iyice körleşiyor duygularım.Yazmak ve okumak işte müthiş ikili, bir gün bu ikisini hakkıyla bir arada yapabilmek , işte bütün mesele bu..
Blog yazamamın diger bir sebebi ise klavyemdeki teknik problemdi. Bir yazı yazmaya çalıştımda p,ş,i,:)? vs harfleri ve noktalamaları uzun zamandır copy past olarak yapıyordum. Bu durumda zaman kaybına sebep oldugu kadar imla düzenini ve azma hevesimi alt üst ettigi için yazamamıştım ya işte bu sorunu da bu süre içerisinde hallettim artık normal insanlar gibi yazabiliyor. Anlık tepkiler de gülücük bile yapabiliyorum bak şekil de görüldügü gibi :))))))
Neden yazamadım? bitmedi devam ediyor :  Özel sebeplerden dolayı girmiş olduğum geçici depresyondan çıktım. Kalktım bir silkelendim kendime geldim. Olum sen napıyorsun böyle diye kendime verdim veriştirdim. Sanki yediyurlar gibi uyumu kalmışım yıllardır. O kadar geçmiş sandım vakit !
Ve artık inşallah hayatım bir düzene girecek, inşallah bu sefer şansım yaver gidecek, Şeytanın bacagını kırmaya yönelik 9 kusurlu hareketin tamamını denedim. Uzun ince , birazda zahmetli bir yola girdim,  gidiyorum gündüz gece.
Bakın yazmamak için meğerse ne çok sebebim varmış. artık buralardayım inşallah. Fütursuzca yazmak, aklıma ne gelirse sırf kendimi rahatlatmak için yazmak istiyorum. Sınırları aşarsam da şimdiden aff ola.
SEvgiyi ve SAygıyı hak eden degerli blog yazarı arkadaşlarıma  selam olsun ! O güzel yazılarınızı okumayı özledim. Her an kapınızı çalabilirim :))

13 Eylül 2010 Pazartesi

Evvel zaman olur ki !!!

Hayatımıza girişi dün gibi gözlerimin önünde.. Onunla ilk tanışmamız, ona gıpta ile bakışımız, hayatımıza katacağı artı değerlere dair büyük beklentiler vesaire vesaire.. Bir buluş düşünün ki bu kadar ufak olsun ama hayatlarımıza yaptığı etki sayfalarca toplumsal incelemeye konu olsun.. Onun yüzünden her geçen dakika geçmişe olan özlemimiz arttıkça artsın.. Evet sevgili okur, tahmin ettiğiniz gibi bir icat ve etkilerinden dolayı geçmişe duyulan özlem içerikli bir yazı okuyorsun ve devamında okumaya devam edeceksin.. Şimdi böyle bir yazıya ne gerek vardı diyeceksiniz.. Yaptım, yaptım ama niye yaptım bi sor hele !!!

Söz konusu icadımızın adı 'cep telefonu'.. Hani hepimizin cebinde ya da çantasında bulunan ve evden ayrılırken yanımıza almayı unuttuğumuzda çok ciddi bir panik havasına kapıldığımız şu lanet olası gavur icadı.. Bundan yaklaşık 15 sene önce gördüm kendisini ilk kez.. Bir arkadaşımın elindeydi.. Babası aradığında 'yes' tuşuna basarak hemen babası ile ve oracıkta, yani nerede olursa olsun konuşabiliyordu.. Aklım izanım almıyordu bunun nasıl olabildiğini ama oluyordu işte, hem de gözlerimin önünde.. Ben o günlerde yepyeni bir çağa giriyor olduğumuzu nereden bilebilirdim ki, altı üstü lise yıllarına yeni adım atmaya hazırlanan genç bir bireydim.. Sonra yıllar yılları izledi, şekli değişti, içerisine önce oyunlar dahil oldu, sonrasında çeşitli melodiler ekleme imkanı doğdu derken kamera yerleştirdiler hemen arka tarafına.. Bu gün geldiği nokta ise malumunuz.. Herkesin ve her yaşta insanın elinde. Peki hiç düşündünüz mü, biz o yokken ne yapardık diye

Eskiden cep telefonu yoktu azizim.. Arkadaşlarla buluşacağımız zaman, en son görüşülen yerde, bir sonraki buluşma için yer ve zaman belirlenirdi.. O saatte orada olunmaya çalışılırdı.. Kapı zilinin değeri o zamanlar haddinden fazlaydı.. Mahalle arkadaşınızı ya da komşunuzu zile basarak aşağıya çağırırdık.. 'Ben geldim, aşağıdayım' demek telefonla bu günlere has. Ayrıca ev telefonu daha bir kıymetliydi.. Ev telefonu her ne kadar anne tekelinde gibi gözükse de bizler gibi orta okul ya da lise talebeleri için de çok kıymetli hazinelerdi..

Hiç unutmam, sevdiceğin ev numarasını öğrenmişim.. Zaten okul dışında görebilme konuşabilme imkanı yok denecek kadar az. Son çare, ev telefonunu çevirir, içimizden 'üç kulhuvalla bi elham' okuyarak telefona onun çıkmasını beklerdik. Annesi ya da başka birisi çıkar ise eğer, 3 saniye beklenir telefon kapatılırdı korku ve panik ile.. Şimdi ise, sms ile başlayan ve sms ile biten ilişkileri gördükçe geçmişimin kıymetini daha iyi anlıyorum. Nerede o eski aşklar azizim diye sürekli sormamız da boşuna değilmiş meğer.. Hepsi bu telefonun suçuymuş da ben yeni farkına varmışım..

Devam edecek..

NOT: Efendim, ben bu blogun yeni misafir yazarıyım.. Blog sahabı, hakkımda ziyadesi ile abartılı methiyeler düzünce buralarda yazıp sizlerle hasbıhal etmek farz oldu.. Ayrıca: aman kardaşım sakın uzun yazıp da okuyucumu üzme deyince ben de yazımı apar topar noktaladım bir sonraki yazıda sonlandırmak üzere... Kalın sağlıcakla!!!

11 Eylül 2010 Cumartesi

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da,



SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

 
Sezai Karakoç 


 

8 Eylül 2010 Çarşamba

MAKSAT, GÖNÜLLER BIR OLSUN


            Bu nacızane blog sayfama yurt dısından ıthal fakat kokenlerı yuzde yuz yerlı ,cok degerlı bır yazar arkadasım tesrıf edecek, Fıkırlerıne onem verdıgım, bılgı dagarcıgıyla kultur mantalıgı gonul oscarına her daım aday olan, SEvgılı,SAygılı arkadasım hos geldın, Suan hangı ısımle yazacagını bende bılıyorum ama ısımsızde yazsa gonullere bır ısımle kazınır zaten,
Ayagının tozuyla yurt dısından ulkesıne gelır gelmez, bırıkımını ,özlemını ve engın gözlemlerını bızlerle baylasmak ıcın seferber oldu, kendısıne yurt dısında farklı ısımlerle tanınmaktadır, bunlardan bırkaçı ;  '' fahrı kultur elçısı, gönullerın gönüllüsü, Modern  Evlıya Çelebı, Elçıye zeval ,El Turko'' gıbı ısımlerdır, sayıları fazla ama suan aklıma gelen ısımlerı bunlardır, Yurt ıcınde ıse çesıtlı blog sıtelerıyle ugrasmıs, adı bızde saklı olan, fıkrıyatıyla bır blog devrını açıb dıgerını soguk gırmesın dıye kabatan, Hergun yatmadan aklına ılgınc ve ses getırecek bır blog fıkrını mutlaka getıren ama erındıgınden ve blog ısmını bır turlu ıstedıgı gıbı bulamadıgından,  eyleme bır turlu gecmek ıstemeyen ey degerlı arkadasım, Benı kırmayarak blogumda yazma onurunu gostedıgı ıcın sana  sonsuz tesekkurlerımı sunuyorum, Çok yakında yazmaya baslayacak, merakla yazılarını beklıyoruz, Baktı kı bende ıs yok blogu ıhmal edıyorum olaya el atarak  bırıkımlerını baylasacaktır, Unlu alman zekasıyla blogumu ab standarlarına sokacagına daır buyuk beklentıler tasımaktayım, (cok mu salladım ne kanka ) ama hakkındır, ne soylesem azdır, ıyı kı varsın kardesım!  Su klavyeme de bır çözum bulursan senden ıyısı olmaz  heaa!
Laf açılmısken , kendılerı benı blog yazmaya tesvık eden er kısıdır, Uzun lafın kısası yazılarını dört gözle beklıyorum-beklıyoruz , 
hayde elını çabuk tut ! 
 ıste ozgur basın, ıste kösen, ıste klavyen, söz sende  güzel ınsan...





1 Eylül 2010 Çarşamba

Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?



Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, “Fast live”, “Fast food”, “Fast music”, “Fast love”…
Dikte ettirilen “yükselen değerler”, “in” ler, “out” lar…
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
” 

 
           



Müşfik Kenter


29 Ağustos 2010 Pazar

Ne zaman evlencen yavrum sen ?


      Nasıl bır resım seçımı bu bende kı ya , lanet olsun zevkıme !  sankı  referandum da  mıllete ; medenı halını , vaktını sormusumda, Memlekette bekar ınsanlara bundan sonra  baskı yapılmasın , bunu sızde destekleyın  der gıbı oldu,Neyse kı bu konunun sıyasetle hıçbır ılgıısı yok,
     Yine  geldiik bir yaz mevsiminin sonuna,  cii demeden bitiyor bu yaz, yıne bısey anlamadım bu mevsımden,ek bı sure ıstesek olmaz mı tabıat anadan, tadı damagımda kaldı bu mevsımın, Güzel olan şey zaten çabuk biter. Bu da onlar gıbı ıste,  Yaz dedin mi ;  insanın aklına hemen sıcaklar,tatil,deniz kum ,tabiat vss gelir ya ,benim aklıma da tam tersi, son zamanlarda direk olarak  düğün sezonu,düğün dernek işleri geliyor. Nasıl bır bılınçaltım varsa, Gercı bundan sonrakı yıllarda  , yaz dedin mi akla ılk ramazan ayı gelecek nasılsa :))
Neyse sımdı konumuz ramazan ayı degıl, ramazan her zaman basımızın tacı o ayrı,
  Başladık yine yakın akraba,arkadaş dügünlerine ! , düğünler güzel, çok özel günlerde, bir de  şu yaşını başını almış teyzelerin igneleyici tutum ve davranışları yok mu ? aman yarabbim sen beni muhafaza eyle bu baskıdan,stresten! İnsanlar anlaşmış,kaynaşmışlar vermişler kararını,  Allah mesut bahtiyar eylesin tüm yeni çiftleri. bir yastıkta kocasınlar. Şiddetsiz bir o kadar da  geçimli günler dilerim hepsine. ama bu dügün salonlarında sorgu melekleri gibi dolaşan teyzelerim sizlere ne olur alasen? 
Geçen bir yakınımın  dügününe gittim, Herşey güzel hoş egleniyoruz derken birden sorgu sual memuru teyzelerimizin ve onun kadar meraklı bazı büyüklerimin gereksiz sorularıyla tacızlerıne maruz kaldım. Bu bahsımevzuda adı geçen teyzeler ve amcalar beni evde kalmış kız konumuna koyarak  bır guzel yargısız ınfaz eylemınde bulundular,  başladılar bilirkişi olma sıfatıyla bildiklerini anlatmaya!    Biraz dinledikten sonra şık bir hareketle uzaklaştım ordan ama  sonrasında çoçuklugumu bilen ve yerı geldıgınden oraya ınmekten erınmeyen teyzelerımle tekrardan bu muhabetlere girmemek için salonda köşe kapmaca oynadık.  İlk gördügü yerde  bir teyzem ilk suali yapıştırdı suratıma:  '' Evladım sen ne zaman evleniyorsun? Bizim felancanın ufak ogulları,kızları bile evlendi sen neden halen duruyorsun ? Bak yaşın başını almış, tası sıksan suyunu çıkarırsın, daha ne oyalanıyorsun, elını çabuk tut ? Evlılık guzel seydır,keramet vardır dedı'' Ordan işgüzar bir amca ,başlamaması gereken bir sohbete körukle yaklasarak ; '' O evladım ben senin yaşındayken , 4 çoçugum vardı. Sen çok yavaş çıktın. Yeni nesil neden böyle ? '' diyerek kızmaya başladı. Dedim amca sen kaç yaşında evlendin ki? dedi ben 18'ıdım, teyzen henüz 16'idi.Ama bakma  yaşımızdan büyük gösteriyorduk.Bugünün nesıllerı gıbı degıldık, Iyı de amca ,  sız  zaten çoçukmuşsunuz o yaşta. O kadar çoçugu neden yaptınız ki. eglenecek baska bişey zaten bulurdunuz o  yaşta! Tüm yeni neslin tek temsilcisi benmişim gibi aldılar yine ortalarına beni. (keşke telefonum çalsada uzaklaşsam dedim ama olmadı ) Her dügünde bunları yasamak zorundamıyım, Yüce rabbm benı bu teyzenın ısguzar baskısıyla  nolurr  ımtıhan etme!  Bir müddet daha mecburiyetten dinledikten sonra. İnsan ister istemez kendi savunma mekanizmalarını harekete geçiriyor.   ''Emmi ,Teyze o sizin döneminizdeymiş. Bakın artık devir o devir degil, insanlar daha bilinçli, hayat da çok pahalı ! Artık herkes temkınlı davranıyor,Yasın da bır onemı kalmadı onemlı olan gereklı sartların olusması, Sizin zamanınızda yeni bir evlilikte, ortak bir evde yaşam sürdürülerek masraflardan kısılıyormuş, Eve bir maaş girdiginde haneyi ihya ediyordu ama şimdi öyle degil ki ! bir süre  iki kişi çalışmak durumunda. Insanlar ıs derdınde, ıssızlık almıs basını gıdıoyr, yarın nolur bılmıyoruz,  o sınav bu sınav derken yeni nesil bir yerlere başını sokmanın bir kadroya çöreklenmenin telaşında.   Yok amca yok, keşke ben senin döneminde yaşasaydım da bu günleri görmeseydim.  Bir evlilik yapmaya kalksan  ortalama 30  ila 50 bin tl gidiyor. Bu meblalar büyük çok büyük. Baksana etimiz ne budumuz ne!  zor bu şartlar da evlenmek hem de çok zor . Bu paralara sizin zamanınızda koca çiftlik kurulur envai çeşit hayvan ,onca sarıkız birde üzerine en afillisinden traktör alınırdı ama baksana  şimdi bir kız bile alınmıyor bu paralarla ! Anlıyor musun şimdi bizi amca ? Neden bekar kaldıgımızı anlıyor musun? Hem para meselesini de hallettin diyelim , Bu devirde nerde güvenebilecegin iyi bir aile kızı ?  hemde bu devir de çok zorr bea amca!  İşte ben bu yüzden bekarım.
 Amca sustu birden galiba yeni nesile ve bana acıdı. Ama teyzem dur durak bilmiyor ,başladı yine :  '' Evlenene Allah yardımcı olur, sen bir evlen bak görcen.''  Teyzecim yapma etme! Allah yardımcı olur şüphem yok ama göz var nizam var.Cep delik cepken delik. Seni dinlesem şimdi evlenmeye kalksam, sen benim dügünüme geldigini sanarak ulaştıgın yer, benim cenaze namazım olur. Yapma gözün sevem. Bir daha da bu konuyu açmayalım lütfen. '' Evladım çok üzülüyorum bu halinize,  Bir düzen bir nizam tutturamadınız, Evli barklı olsan hayatın bir düzene girse fena mı olur ? ''
Evet fena olur teyzem hemde çok fena olur. Şu an bu bütçeyle felaketim olur.
Ama hep böyle bekarlık sultanlık demicez ya bizde.  vakti zamanı gelince bizde devredicez makamımızı varisimize.
Teyzecim sohbetine doyum olmuyor ama bak neredeyse dügün bitecek ben müsadeni istiyorum.
''Git git ama bir daha seni gördügümde iyi haberlerini duymak istiyorum.''

inşallah teyzee , ınsallah , inşalah ...

      iste ben bu teyzelerımızın yuzunden artık sevmıyorum dugunlerı, Nasıb kısmet ıslerıne dısardan bu müdahalelerı yok mu ! Hem ben evlensem senın elıne ne geçıcek kı bea teyze, bu seferde gıtcen baska bır garıbanla ugrascan  :) 
ona da demıycen mı  ; Ne zaman evlencen yavrum sen ?