Deyimler ve Atasözleri her ikisi de az lafla çok şey anlatır bizlere. Bu değerli sözlerin ne zaman ve nasıl bir olay sonucu ortaya çıktıkları konusunda belki net bilgilere hiçbir zaman ulaşamayacığız ama en azından bazı hikayeler bu sözlere ışık tutmaktadır.
İster inanırsınız ister inanmazsınız o sizin bileceğiniz iş! ama üç aşağı beş yukarı bu değerli sözler bu şekilde ortaya çıkmıştır. Başka yolu da yok zaten. Süper hikayelerden bir kaç tane okudum sizlerle de paylaşayım istedim. Mesela ''püf noktası'' nedir? durduk yere yaygınlaşmadı ya! Onunda bir meydana geliş süreci var. Bir insanın pabuçu durduk yere neden dama atılır? Mecaz-ı mürselmidir kastedilen burda .yoksa mürselin çarıklarının da bu işte parmağı varmıdır?Delinin zoruna bak dama pabuç atmış diye sormazlar mı adama!
Vay bea ''İki dirhem bir çekirdek olmuşsun'' deriz ya hani. Dirhemle çekirdek nasıl bir uyum içindedir ki, Bu zerafeti ortaya çıkarabiliyorlar. Acep bunlar günümüzün üçü bir arada kahvesi gibi bişeyde biz mi bilmiyoruz.
Deyimlerin hikayelerini okurken en çok ''Özrü kabahatinden büyük'' sözünün nerden gelmiş olacağını betimleyen hikayeye güldüm. Bir özür ve kusur gerçekten var mı bilinmez ama kabahat hakkikaten büyük olmuş :))
Bunun gibi hikayeler bende uydurabilir miyim diye düşünmüyor değilim hani. Yakında benden de bir kaçtane efsane okuyabilir veya tarafımdan yazılmış,atamızdan yadigar deyişlerden özümsenmiş hikayeler işitebilirsiniz.
Neyse sizi hikayelerle başbaşa bırakıyorum ve kendi hikayemi yazmaya koyuluyorum :))
Hoşçakalın...
''PÜF NOKTASI''
Ahi Evran zamanında ( Usta - Çırak müessesesi de diyebiliriz) , çırak
ustasından onay ( icazet ) alır ve ancak o zaman ayrılıp kendi dükkânını
açabilir. Orta Anadolu' da bir camcı ustası vardır. Ahilik yapar. Zamanı
gelen eski çıraklarına " sen oldun " der ve el verir, uğurlar. Böylece eski
çırak artık yeni bir usta olmuştur. Günlerden bir gün çıraklardan birisi
ustanın el vermesini bekleyemez. Ayrılacağını, onay ve el vermesini ister.
Ustası da daha olmadığı nedeniyle veremeyeceğini söyler. Çırak nesinin
olmadığını sorar;
- " İşin en önemli kısmını, yani püf noktasını bilmiyorsun. " der.
Çırak dinlemez, başka bir şehre gider ve dükkan açar. Dikiş tutturamaz.
Yaptığı bütün cam işleri, biblolar, her şey bir müddet sonra çatlamaktadır.
Esnaf ve halk tarafından ayıplanan çırak, bir yıl sonra iflas etmiş olarak
ustasının yanına döner. Elini öper, ben ettim sen etme der. Ustası da olana
kadar yanında çalışması gerektiğini söyler. Sonunda bir gün usta çırağına
müjdeyi verir. Olduğunu, gidebileceğini, el vereceğini söyler. Ayrılmadan
önce ustası onu karanlık odaya sokar. İzin almadan girilmediği üzere daha
önce buraya hiç girmemiştir. Yeni bitmiş, sıcak ürünler odanın bir kenarında
durmaktadır. Tavanda bir yerde, toplu iğne deliği kadar büyüklükte bir güneş
ışığı huzmesi vardır. Usta sıcak bir parça alır, ışığa tutar, evirir
çevirir. Bakar ki camın bir yerinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir hava
kabarcığı vardır. Püf yaparak üfler ve kabarcık kaybolur. Parçayı çırağa
uzatır, ayrı koymasını, soğumaya bırakmasını söyler. Daha sonra çırak
üflemeye başlar. Nasıl üfleneceğini, neresinin püfleneceğini iyice öğrenir.
Ve anlar ki, çatlamaya bu küçük kabarcıklar neden olmaktadır. Daha sonra
helâlleşirler ve püf noktasının önemini kavramış çiçeği burnunda usta yoluna
devam eder. her işin ve her şeyin bir püf noktası vardır. Böylece çırakta bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olur.
Her sanatın inceliklerine gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.
"ÖZRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK"
Padişahlardan bir tanesi dalkavuğuna çok kızmıştır. Kelleni alacağım senin
demiştir. Beri taraftan, dalkavuğunun aslında çok imrendiği zekâsıyla da
alay etmek gelir aklına;
- " Amma " der. "Öyle bir şey yap, öyle bir şey söyle ki özrün kabahatinden
büyük olsun! O zaman kelleni kurtaracaksın"
Arkasını dönüp sofaya doğru geçen Padişahın kararının kesin olduğunu anlayan
dalkavuk telaş içindedir. Hemen düşünmeye başlar. Can korkusuyla titreyen
dalkavuk o sırada arkası dönük Padişahın bir ayağını yukarıya, basamağa
attığını görür, koşarak Padişahın poposuna bir el atar. Şaşkınlık ve zaten
var olan öfkenin katlanmışıyla arkasına dönen Padişah, gürler;
- " Bre densiz! Ölümünü bu kadar çok mu yakına aldın? Allahhhhh..."
Boynu bükük, yere bakan dalkavuk aman dilenir;
- " Özür dilerim Padişahım. Sizi dalgınlıkla Valide Sultan zannettim de! "
Dalkavuğun kellesi kurtulmuştur.
"PABUCU DAMA ATILMAK"
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin
yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden
çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı.
Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle
durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten
haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da
ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen
geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu.
Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve
gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.
"İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK"
Giyim kuşamına özen göstermiş,şık ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken
insanlar hakkında sık sık"iki dirhem bir çekirdek" sözü kullanılır. Bu
yakıştırma,ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden
kalmadır.Belki biliyorsunuz,bir okka,bugünkü ölçülerle 1283 gram
tutar.Okkanın dört yüzde birine,dirhem adı verilir(Şimdiki gram ile aynı
birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem denilmesi
hatalıdır.).Dirhem,daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür.
Ancak sarraflar,dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha
kullanırlar.Buna çekirdek denir ki toplam 5 santigram karşılığıdır. Eski
devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını,toplam iki dirhem bir
çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere,iki dirhem bir
çekirdek yakıştırmasında bulunanlar,mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar
ki bizce pek zarif bir nüktedir.