19 Aralık 2011 Pazartesi

ÖZLÜ SÖZLER KÖŞESİ (3)




Ateş nasıl odunu yer bitirirse,
hased de (kıskançlık) iyilikleri öyle yer bitirir.
HADİS


"Eger iki kisi arasinda kaliyorsaniz; ikinciyi secin. Cunku birinciyi gercekten sevseydiniz, ikinci olmazdi".
 Bukowski


 "Herşey üstüne gelip seni dayanamayacağın bi noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme ! 
Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir".
Mevlana - Rumi


En büyük felaketler içinde bile ümidini kaybetme,
unutma ki ilik, sert kemiğin içinden çıkar.
Hafız Şirazi


Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır.
Goethe


İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür.
Ebu Bekir Ferra

Kopan bir ipe sımsıkı bir düğüm atarsanız, ipin en sağlam yeri artık bu düğümdür. Ama ipe her dokunuşunuzda canınızı acıtan tek nokta yine o düğümdür... 
 Çin Atasözü


Korkunun kaynağı bilgisizliktir.
Emerson

Rüyaları gerçekleştirmenin en kısa yolu, uyanmaktır.
S.M.POWER


Konuşama, insanın aklını kullanma sanatıdır.
EFLATUN

Dostu olmayan insan en yoksul insandır.
J.M.Bechstein


Ey hayat! Ölüme şükret, seni, onun yüzünden seviyorum.
Seneca

Kusuru kendisine söylenmeyen adam, ayıbını hüner sanır.
Şeyh Sad Şirazi


Kendisini pek çok seven , çevresinde pek az sevilir.
C. ŞAHABETTİN


Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım etmez.
MONTAIGNE


İnsanlar önce para kazanmak için  sağlıklarını, sonra da sağlıklarını kazanmak için paralarını verirler.
GOETHE




17 Aralık 2011 Cumartesi

AŞK SANA BENZER


İçinden geçeni söyle bana! 
Yeter ki doğru olsun kelamın.
İster sana saçma , ister bana gülüç gelsin ama
 içinden süzülsün o sözler.
Sana ait olsun,sadece seni anlatsın.



Kalbinin samimiyeti fısıldasın kelimelere, 
Gözlerinin ışıltısı değsin yüreğime,
ısıtsın tenimi kış ayazında gülüşün, 
karışsın nefesin nefesime ...



Hayde kaldıralım kadehleri aşkın şerefine.
Bir solukta içelim aşkın şarabını ...
Varsın dönsün başımız, aşk sarhoşu olalım.
Aşk ile dönmeyecekse başım, 
ne lüzümu var ki yaşamın ?
  

                                                          Şiir :  Salih Yıldırım



19 Kasım 2011 Cumartesi

ARAMIZDA KALSIN ...

      
        
            Ben ; adı henüz konulmamış yeni doğan biriyim. Sadece  biri değil ,yüzbinlerce insandan biriyim.Büyüdüm ama sadece fiziksel olarak ! Sadece büyüdüm amaçsız,serpildim,olgunlaştım ama bir halta yaramaz,kendi kabuğundan çıkamaz bir insan oldum.

 Halbuki, eteğinde oturduğum yüce dağın, enginliğine gölge düşürecek büyüklükte hayallerim vardı. hep  büyük adam olma düşleri kurarken imkansızlık benimleydi. Hüzün ve yalnızlıktan sonra benim en kadim dostum olmuştu. Dökülen sonbahar yaprakları gibi sararmış ve solmuştum ...

           Anadoluda yaşadığımdan mıdır nedir?  bilmem ama ben kendimi hep bir şehire benzetirim. Mesela ben; Bilecik'e,Burdur'a daha çok benzetirim kendimi ( batıya çok yakınsın ama bir o kadar da uzak) ya da bir Van'a , Iğdır'a , Bitlis'e benzetirim kendimi hep. Haritada bir yerim vardır bilirim ama beni bilen tanıyan pek azdır. Ya bi deprem felaketinde ya bi terör olayında akıllara geliririm. Halbuki ben böyle olmasını hiç  istermiyim? Güneşli günlerde çıkmak isterim karşınıza, kendimden daha farklı ve daha güzel söz ettirmeliyim.
  Çoçuklar isim şehir oynarken sizden, daha fazla zikreder ismimi. Yada bir şehirler arası  otobüs yolculuğunda, kırsaldan sen geçerken, uzaktan sönük bir ışık şeklinde  bir yerleşim yeri, bir köy evi görürsün ya ? İşte o cılız ışık atında hayallerini yaşatmak isteyen insan benim ...

           Vilayetimi severim. Vatanımdır,yurdumdur, doğduğum yerdir. Doyacağım yerdir. Bu saatten sonra artık gitmek istemem başka bir yere. Ben burada doğdum burada doydum ve burada hayata göz yummak isterim. Ben bi felaketten veya herhangi  bir musibetten dolayı bu güzel diyarları terketmek istemem. Kim ister ki ben isteyeyim ?Bizim  yaşadığımız yerlerde acı, tatlıdan fazladır. Aramızda kalmasın  diye bak döküyorum sana içimi...

         Küçüklüğümde cılız labanın gölgesinde bıraktım bir kenara batılı hayallerimi. Şimdi ise tekrar bir imkan verilsin. Ve yardım eli bize daha hızlı ulaşsın ki, ben bu güzel diyarda hep kalayım. Güneşin doğduğu yere daha yakın olayım ki, kış ayazında yüreğimi ısıtayım.

        Gönül köprüleri kurulurken batıdan  doğuya. Bizim yüreğimizde yeşerecek tekrar filizler,günlük güneşlik olacak viran yurdumuz. İşte o zaman doğudan yükselecek tekrar güneş , saracaktır  tüm vatanı sıcacık..
   Aramızda bir şeyler oluyor. Evet  oluyor. Var bende de  bir umut artık ...


                 

6 Kasım 2011 Pazar

ÖZLÜ SÖZLER KÖŞESİ ( 2 )


İki günü eşit olan ziyandadır.
Hz.MUHAMMED


"Ölümle hiçbir zaman karşılaşmayacaksın. Ölüm varsa sen yoksun, sen varsan ölüm yok. O halde ölümden korkmak ahmaklıktır.
KONFİÇYUS


Başkasının izinde yürüyen, iz bırakamaz.
J.BRANNON


Ne kadar bilirsen bil,söylediklerin karşındakilerin anlayabileceği kadardır.
MEVLANA

Yiğit harpte, dost dertte, olgun adam hiddette belli olur.
ARAP ATASÖZÜ


Çok dinlememiz ve az konuşmamız için iki kulağımız bir dilimiz vardır.
DİOGENES

İyi bir vicdan, en rahat yastıktır.
C.BRENTANA


İnsanın kendini fethetmesi, zaferlerin en büyüğüdür.
EFLATUN
 

Gözler yaşarmadıkça gönüllerde gökkuşağı olmaz.
J. V.CHENEY
  

Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur. 
N. F. KISAKÜREK


Sabrı olmayan insanlar ne kadar fakirlerdir.
SHAKESPEARE


Hayata yapılacak o kadar çok hata varki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok. 
SARTRE

 Bazen sesini duyurabilmen için susman gerekir.
 S.LE


Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.
CEMİL MERİÇ

İyiliğe gücün yetmezse, bari kötülük etme.
ARİSTO





HAYIRLI BAYRAMLAR DOSTLAR.
EN GÜZEL GÜNLER SİZLERLE OLSUN...
SEvgiler, SAygılar ...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Toprak,uğrunda ölen varsa vatandır ...


On Beş Yılı Karşılarken
Kim derdi yarılsın da nihayet yerin altı,
Bir anda dirilsin de şu milyonla karaltı.

Topraklaşan ellerde birer meşale yansın.
Kim der ki şu milyonla adam birden uyansın.

Kim derdi seher yıldızı doğsun da bir evden,
Kaçsın da cehennemler o bir dalma alevden,

Canlansın ışık selleri olsun da o damla
Beş devletin öldürdüğü devlet bir adamla.

Kim der ki en son rakamlar da delirsin.
On beş asır on beş yılın eb'adına girsin.

Dünyaları bir fert evet oynattı yerinden,
Sarsıldı demirler evet azmin demirinden.

Mazi yıkılıp gitti evet fesli, kafesli:
Lâkin bugünün ey granit bünyeli nesli,

Bir şey ele geçmez şerefin sade adından.
Sen arşı bırak, varsa haber ver kanadından.

Gökten ne çıkar? Gök ha büyükmüş ha değilmiş,
Sen alnını göster ne kadar yükselebilmiş.

Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir,
Tarihi kendin yazıyorsan, eserindir.

Bahsetme bugün sade dünün mucizesinden,
İnsan utanır sonra yarın kendi sesinden.

Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse;
Sen asrını üstünde izin varsa benimse;

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.



Mithat Cemal Kuntay



17 Ekim 2011 Pazartesi

ÖZLÜ SÖZLER KÖŞESİ ( 1 )



Başkasının ayıbından bahsetmek istediğin zaman, kendi nefsinin ayıplerını hatırla.
(Hadis)

Geçmişi dert etmek, yeni dert edinmektir.
(Shakespear)

Cennet cennet dedikleri , bir kaç köşkle bir kaç huri,isteyene ver onları. Bana seni gerek seni.
(Yunus Emre)

Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın.
(Victor Hugo)

Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım
başım göğe ererdi.
( İmam-ı Azam )


İstediğini söyleyen kişi, istemediğini işitir.
(Atasözü)

Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa orada güneş batıyor demektir.
(Çin Atasözü)

Olgun insan, güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen insandır.
(Konfüçyus)

Cesaret insanı zafere,kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.
(Yavuz Sultan Selim)

İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.
(Montaigne)

Az düşünen çok konuşur.
(İsviçre Atasözü)

Hiçbir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma. Geri dönmek isteyebilirsin.
(Don Herold)

Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmektedir.
(John Christian)

En iyi nasihat; iyi örnek olmaktır.
( Malcolm X )

Bencillik dostluğun zehiridir.
(Balzac)


14 Ekim 2011 Cuma

Çorabını Değiştirmeye Mecali Olmayan Adamın Neyine Dünyayı Değiştirmek!

İnsanların tarihe nam salması ne derece müthiş bir olaydır ve bu işi kısa zamanda becerebilenler naçizane benim nazarımda "dahi" grubunda toplanır. 35 yaşında göçmüş, aynı dünyada aynı oksijeni tattığımız Mozart'ı tek bir eserini bilmese de nenelerimiz bile tanır. Yine merhum orta yaş delikanlılarından Steve Jobs şu satırları yazmamızın, okumamızın mimarlarındandır. Diyebiliriz ki Mozart'tan farkı nenelerimizin tanımaması olabilir, ancak dünyamızı siyah kazağı, mavi pantolonu ve yarım bir elma ile değiştirmek onu kahraman bir dahi yapar ve yapmıştır da. Bu mevzu çok makro ve seçici bir mesele olması yanında mikro ortamlarda da benzerlerini yaşarız. Makro dedik mikro dedik kafaya hafif anasonu verdik geçelim mevzuya.

Benim bloğumu açmam babamın öldüğü güne dayanır. Normal değildir. Babası ölen insan ağlar, perişan olur bacım gibi gider 3 gün yemek yemez. Rengi portakal sarısının az açığına çalıncaya kadar, ruhiyet-i hali kulak memesi kıvamına gelinceye kadar bunalım yaşar, sonra girdiği o karanlık dünyadan ruhi bir güçlenme, keskin bıçaklar gibi boktan gidişata göğüs gerecek kadar cesaretle çıkar. Oturup blog açıp yazı yazmaz, ilk yazımız kanatlanmış olsa da, sonraki yazılarımızda sık sık babamdan bahsetmişliğim, ağzından yazmışlığım, onu yaşıyor görmüşlüğüm vardır. Bu da benim bunalımım olabilir ve o karanlıktan çıkışımın yazısı da bu olabilir bittabi.

Babamın gençlik ideallerinin ufacığını fotoğraflar anlatırdı. Faşist diye atıldığı 2 üniversite, yüksek öğretim men cezası  ve 25 sene sonra aldığı af sonrası 3. üniversitesini kazanması dışında kendisinin neler yaşadığının çok büyük kısmını "yakinlerden ölen insanlar arkasından anlatılan anılar" serisinden öğrendim. Anladığım kadarıyla bizim peder kendini tam bir "mal" gösterebilecek kadar dahiymiş. Hayatının hatası için üzülerek annemle evliliğini işaret edeceğim. Bakın annemi kötülemiyorum, kötülemem de. Ancak insanların "birbirine denk olma" durumu faşist babam için kendisine bir zeval gelmesinden korkan aile eşrafı tarafından "görücü usulü" bombasıyla havaya uçurulmuş. Bilmem kaç bin kitap okumuş bir insanın Ömer Seyfettin'i tanımayan biriyle evlenmesi çocukluğunu eve muhkem bir durum olmadıkça gelmeyen babasını görmeden geçiren bir nesile teslim eder ki mevzu bahis neslin azımsanmayacak kadar çok olduğunu düşünürsek, toplumun kolonlarından "aile" yapısının alt üst olmasında yegane sebebinin birbirlerini her müsait mekan ve zamanda düdükleyenleri konu alan berdüş dizilerin olmadığını görürüz. Hayata bakış açıları benzer, birbirlerini anlayan, dinleyen ailelerde 15 sene kocası öksüren bir eş, kocasına üst kat komşusunun aldığı son model çamaşır makinesini değil, göğüs hastalıkları hastanesini gösterir. Kader tarafından baktığımızda vadenin geldiği günü değiştirmeyecek bile olsa, daha sağlıklı ve geleceğini gören evlatların yetişmesine vesile olabileceğini ve kader mekanizmasının bu varsayıma karşı çıkmayacağı görüşündeyim ki bu da bir varsayım.

Babam gibi bir adam olmak isterdim, onun yetiştirdiği gibi kendimi yetiştirmek ve hatalarını kendime ders ederek dünyayı değiştirebilecek bir insan olabilirdim. Ancak dünyaya "tavuk-yumurta-civciv" paradoksuna benzer çakma paradokslar yaratmak dışında esaslı bir katkım, hiç değilse inşası süren bir yapıya koyduğum tek bir taş olmadı. 

Bir ton işle uğraşınız varsa aslında hiçbiriyle uğraşmıyorsunuz demektir. Aslı şu olmalıdır; Bir ensturman mı çalacaksın o zaman onu çal herkes dinlesin, inşaat mühendisi mi olacaksın o zaman öyle bir bina yap ki hamile kadınların canı kireç çektiğinde duvarlarını yalamaya kıyamasınlar, şarkıcı mı olacaksın o zaman onu öyle bir söyle ki seni dinleyen kendisini jiletlemekle yetinmesin yanındakini de jiletlesin, yazı mı yazacaksın, o zaman yaz Ahmet Hakan bile okusun, iç geçirsin. Yaptığın işte en iyi olduktan sonra kendini beğenmek en meşru hak olur; kendini beğen, arkandan siktir çekilsin, Meyve ver taşlan düşen elmanın da yarısını ısır "benim yarım elmamı yiyin taam mı!" diye de atarın olsun. İnsanlar sırf sevmesi için mütevazilik göstermek sanal bir sevgi yaratır, insanın sevilmesi için yapması gereken ilk iş kendini sevmesi ve kendine güvenmesi olmalıdır. 

Ben hayatımda tuttuğum hiçbir işi aslında yapamamış bir adamım. Şu yazıyı yazıyorum mesela her kelime bir öncekinin gayri meşru çocuğu. Cümleler piç haliyle. Bırak yazı dediğini Ahmet Hakan yazsın, sen becerebildiğine git dedim sürüce kez, mamafih piç cümleler kurmayı bırakmayı bile başaramadım. Her küfür ettiğim imkan ve şeraitten affımı dilerim. Aynı hayatı sürdüğüm hatta daha kötüsünde olup dünyaya parmak atan arkadaşlarım var benim, bu da mikro ölçekte onları "dahi" pek tabi beni "mal" yapar. 

*Steve Jobs yaşarken kıymeti bilinen ender adamlardandı kendisine rahmet diliyorum, ancak mezarına neden herkes ısırdığı elmayı bırakıyor anlamış değilim, acaba yarım elmayla onu mu demek istedi?
*Mozart dedim ama ben Beethoven hayranıyım özellikle de 9. senfoniyi yazan ellerini, duymayan kulaklarını yiğerim ben onun!
*Babamı artık sadece özlemiyorum. Özlemek, onun için çalışmak kadar insanı hayırlı evlat yapmıyor.
*Bu satırlarla dörttür Ahmet Hakan lafzı kullandım. Okumadığını bildiğimden rahatça atıp tutuyorum bu da Ahmet Hakan'ın bu satırları okumamasının güzel yönü.
*Kocakulaklı bir maldan ayrıntılı nameler dinlediniz, saygılar.

10 Ekim 2011 Pazartesi

BLOGSPOT.COM - İÇİMDEKİ BLOGGER ...


          Blogspotun geçici olarak da olsa kapatılması,  galiba bende çok derin bir iz bıraktı. Bugünlerde daha iyi anlıyorum. Kumanda paneline ulaşıncaya kadar içimde ki heyecan hep panelin açılırken birden yavaşlamasıyla, gittim bak tekrar gidecem dermiş gibi bana bakmasını hazmedemiyorum.

         Herhalde , artık bu yüzden dört elle sarılamıyorum Blogspot'a. Yarın birşey olacak da tekrar kapatacaklarmış gibi bir his hasıl oluyor sürekli bende. Bu nedenledir ki, daha yazınsal değeri yüksek yazılar yazmaya çalışmak bazen bir zaman kaybıymış gibi hisediyorum.

Aslında kendim için yazıyorum. Kimseye verilecek hesabım yok çok şükür ! Lakin  artık bir şeyler eksikmiş gibi bir tat gelmeye başladı yüreğime. İşte bu nedenle blog yazmaya son veriyorum diye bir cümle kullanmayacağım. Böyle birşey hiç aklımdan geçmedi. İnşallah bundan sonrada geçmez,  zihnimin  bile en ucra köşesinden.

Sanırsam , ben bu yazıyı  rahatlamak için yazdım. Ya da bu konuda siz ne düşünüyorsunuz diye merak ederek yazdım. Tabi ki bu konuyu daha önce tekrar tekrar masaya yatırdık ama üzerinden zaman geçmesine rağmen yine de böyle bir düşünceye benim gibi kapılıyor musunuz?  Sadece bunu bilmek ve sizden duymak istedim.

Tabi ki ilk blog yazmaya başladığımız hevesi,acemiliğin getirdiği tadı, keşfetme arzusunu haliyle kaybettik bununda etkisi var bunda biliyorum . Zaman geçiyor biz istesekte ,  istemesekte ...

Ama birşeyler sırf bu belirttiğim sebebten dolayı, yazma şevkimi sekteye uğratıyor. Bir ben miyim bunu yaşıyan? yoksa ben panik atak felan mı oluyorum :))
 Nerde eski bayramlar diyen büyüklerimiz  gibi oldum dime . Nerde eski Blogspotlar ...





Not:  SEvgili dostlarım,  bundan sonra blog sayfamda ,  bir veya iki günde bir özlü sözler yayınlamayı düşünüyorum.   Sözün Özü - Özlü Sözler köşesi yapmayı düşünüyorum umarım beğenirsiniz.  Ne zaman  Özlü sözler biter bende köşeyi kapatırım olmam mı ?
SEvgiyle kalınız ...

2 Ekim 2011 Pazar

YETKİLİ ...

Görevi olmayan nice görevliler vardı, benim bu güzel memleketimde.
Görev kelimesinin sözlükte bir çok anlamı vardır.Keza bu kelimeden türetilen görev kelimesinin de. Ama nerde? kağıt üzerinde ...
Biz kurumsalız diye geçinen nice sektörün dev firmaları meğerse dışardan çok janjanlı geliyormuş. İçine girdiğinizde hepsi birbirinin aynı rengi.  
Bu sıralar görev dağılımına, kurumsal statüye , ve özellikle şişirme ünvanlara fena takmış durumdayım  dostlar. Ne o kardeşim bu şişirme içi boş ünvanlar! Biri der , genel kordinatörüm digeri süpervisör,biri kurumsal bilmem ne stratejisti  ? felancası bölge operasyon uzmanı. Gören sanacak kıtaları onlar keşfediyor.

Hepsinin kartvisitinde ad ve soyadından uzundur görev tanımı. Kurumsal firmalarda daha önce çalışmış biri olarak hiç hazetmedim bu durumdan. Boynuna astığın kartta veya şirket işleyiş şemasındaki konumun çok önemli olmamalı senin hayatında. Nasıl bir görev etiketi yapıştırılıyorsa bu kurumlarda insanlara. Mikroçip takılı insan gibi iş dışındaki hayatında da kendini öyle görüyor bazıları. Bizim mahalledeki yetkili servisten ne farkın var senin alasen ? Hem çağırdın mı ? Anında yetişiyor yetkili servisimiz imdadımıza. Evime kadar gelip yetkisini esirgemeden kullanıyor. Ya sen ? Oturduğun yerden kaba etlerini büyütüyorsun sadece. Yok yok böyle olmamalı yetkilim senin yetkin!  Emrine verilmiş insanlar olabilir ama sende birşeyler yapmalısın.  Emir demiri bir yere kadar keser.
Sürünün başındaki çobandan bir farkın yoksa eğer, ünvanım var diye böbürlenmiceksin. En son çalıştığım kurumsal firmada şirket görev şemasına bakıp bakıp uzun uzun düşündükten sonra , ertesi hafta istifa etmiştim.
Kişisel kanatim şudur ki; Büyük şirketlerde,kurumlarda sırdanlaşmaktansa , küçük bir işletmede öenmli bir kişi olacaksın.

Hep kendi kendimize deriz ya : '' Kendi işinin patronu olmalı insan'' ne güzel bir şey değil mi?  Kendi kuralını kendin belirlersin. Ne bir kurumsal unvan  bulmaya ihtiyacın olur nede izin alırken birine hesap vermeye .
Yıllardır kendi işimi kurmanın telaşında bir insan olarak, her gün yeni fikirleri masaya yatırırım. Kimi mantıklı bulurum kimini saçma. Bazen de net sermaye ihtiyacını karşılayamadığımdan vazgeçerim. 

Sözün Özü, hayatta yetki dağılımdan ,kof ünvanlardan daha önemli şeyler var. onların peşinden koşmak bana daha cazip geliyor . Tabi sizin bilmem?  İnsan  bi ömür mutluluğu için; eşini,işini iyi seçmeliyse eğer. Ne gerek var üç günlük dünyada bu kadar yetki kargaşasına ? ...





1 Ekim 2011 Cumartesi

MÜSAİT BİR YERDE ...


Müsaitmisiniz size gelicez ?
Müsaitsen görüşelim ?
Kalbin müsaitse girebilir miyim? 
Müsait bir  yerde inebilir miyim?
Şu an müsait değilim !



Bu klişe sözleri niye yazdım? Bilmiyorum :)) Ama bir şey var ki; bir işin layıkı ile yapılabilmesi için tarafların bir müsait yerde ve zamanda uzlaşması gerekiyormuş bunu şimdilerde daha iyi anladım.

  Geçen gün bir minibüse bindim ( böyle mi yazılıyordu bu araç? ) neyse  hanımefendinin biri '' Şöför Bey müsait bir yerde dururmusunuz? incem ''  dedi.
Aman demez olaydı, şöför aldı bu zatı-muhteremi yüz metre ileride indirdi. Sonra koptu kıyamet. Bayan ; '' Ben size müsait bir yerde indirin diyorum siz beni nerede indiriyorsunuz ! '' dedi.

Şöför Bey Amca ; '' Müsait bir yerde dediniz evet doğru,  ama kime göre müsait bir yerde durmalıyım? Size göre her yer müsait olabilir ama bana göre 100 metre ilerisi daha müsaitti izin için, o yüzden sizi orda indirdim buyrun inebilirsiniz. ''dedi.

Nasıl bir gülmem geldi o an anlatamam size. Hatta taraflar tartışırken ben sesli sesli gülmeye başlamıştım. İkisi bir olup bana dalacaklar sandım bi an :))

Bizim semtin şöförleri aristokrattır biraz. Helenistik dönemin son zamanında , semtin son minibüs durağında, elini başına yaslayarak düşünce üretmeye bayılırlar.Varoluşumuz, dünyanın şekli yapısı ve etik ahlak üzerine birbiriyle şiddetli tartışmalara girdiğine tüm mahale şahit olmuştur.

Evet gelelim müsait olmak kavramına ? Soran kişinin kim olduğu burda çok önemlidir. Sizin için önemsiz biriyse bunu soran, siz hep meşgul birisinizdir hiçbir zaman zaman ayıramazsınız o kişiye.

Keşke,  sevgi , aşk gibi önemli gönül meselelerinde , karşı tarafın ilgisi ,  hep müsait olsa bizim için.  Aradığımız zaman hep müsait olsa , kalbi hep bize müsait yerde atsa. İster 100 metre ileriden ister 100 kalp atışı geriden...
Yeter ki , bizim için atsın ,  gerisi ne fark eder ?




22 Eylül 2011 Perşembe

GEÇEN GÜN BU ZAMANLAR ...


Mutluluk pozlarım kim bilir?  Sensiz,nasıl yansıdı karelere,
 Hiç fotojenik değilimdir bilirsin, 
Öyle kolay çekinemem, 
En azından dik durup, bi poz vermek lazım.

 
Düşümde az önce resmini çizdim, 
 Tablo yine benim kalbim,çerçeve senin suretin,
Kara kalem çalıştım bu kez, bahtıma.
Belki bu kez ters dönerde talihim  ,mutluluk çıkar şansımıza ...


                                                             
                                                       Şiir :  Salih Yıldırım



21 Eylül 2011 Çarşamba

EVLİ , MUTLU , ÇOCUKLU ...


         Evlilik kavramı ; oldum olası çok ilginç gelir bana dostlar. Nedenini halen çözmüş değilim. Düşünce gücümle ,soyut olan çok şeyi somutlaştırabildim zihnimde ama evliliğin halen bir resmini çizemedim.
Düşünün ki; hayatın belli bir döneminde kadar yalnız yaşamışsın,tek kişilik hayaller  kurmuşsun kendince, Sana karışan görüşen yok, Belli sorumluluklar hariç kimseye hesap vermezken,birden karşına biri çıkacak ve bir imza ile hayatına yön vermeye başlacayacak.
Çok garip dimi?  '' değil mi? ''  garip çok garip  ...

 Bunun nesi garip Sözün Özü ? diyeceksiniz , evet çekinmeyin söyleyin :))  Bende biliyorum bu doğanın kanunu,aile toplumun yapı taşı,evlilik,yuva,çoluk çoçuk çok önemli kavramlar farkındayım başım gözüm üstüne. Benim bu hayatta resmi varlığımda da bu kurum başrolde, her baktım yerde  o varken , neyi ? sorguluyorum bilmiyorum ama tuhaf geliyor bana ne bileyim ...

Kader kısmet (yazgı ) , tabi ki yazacağım şeylerin  açıklaması biliyorum ama  , içimde, taaa benden de  üçerü ben, benim böyle  düşünmemi istemiyor.

Senli yaşlarda veya sana yakın. Bir insan var gençlik hayallerinde onla veya onsuz, severek veya istemeyerek ,her neyse birine diyorsun ki gel bana yol arkadaşı ol. Teklif kabul ediliyor, sözler veriliyor ,tarihler alınıyor. Bir dünya masraf yapılıyor yeni bir ev kuruluyor. Ama daha önce ne güzel beleşten yaşıyorduk, şimdi ne gerek var bu kadar masrafa diyemiyorsun? Senin adına birileri hep karar alıyor sen genellikle emme basmatulumba gibi kafanı sallıyorsun , bişey diyemiyorsun eziksin, çünkü sen kaşındın  :))
Senden başka herkes, birden seni senden fazla düşünüyormuşşş gibi görünüyor. İnanıyorsun ister istemez. Bir düğün organize ediliyor adınıza 3-4 saatlik bir eğlence.  kadrajta göründüğün süre toplasan bir saat. evet birkaç saatlik gecenin kahramanısın. Başrolde sen ve müstakbel  eşin.
Sonra sen o müstakbel hanımınla hergün görüşüyorsun bazen oluyor sadece 7-24 onu görüyorsun. Allah korusun ya doğru kişi değilse eşin. İnsan nasıl ona tahhamül edebilir.
Bide senle özleşiyor o insan. Seni  yolda gördüğünde arkadaşların senden önce veya  sonra onu soruyolar. 


Binküsür kişilik düğün salonu kapalı gişle oynuyor sizin için. İyi tarafı gişe hasılatı size ait (taraflar çirkeflik yapmazsa şayet) size ait günün o saatleri , mekan sizin ve sen düğününe gelenlerin en az yarısını tanımıyorsun. Diğer yarısı meçhul.
Sen o arada dalmış gitmişsin vadesi yaklaşacak ilk taksitlere Sonradan öğreniyorsun ki düğündeki kalabalığın bir kısmı artık senin yeni akraban olmuş haydaaaa! Ciccii akrabaların hayatına girdi bile, bi hoş geldin desene :))
Benim akrabam bana fazla yük oluyor zaten bir de bu nerden çıktı diyemiyorsun. Artık çevren çok geniş , sırtın yere gelmez aslansın sen bidenesin , sen artık bir eniştesin veya yengesin ...

     Evlenen arkadaşlarımın hepsinin düğününde aktif rol oynadım. , Onlar mutluluk pozları vermeye çalıştığı sırada, ben de daldım bunları bir bir düşündüm...
Onlara da düşüncelerimi açtım ama ilerleyen yıllarda yarısı doğruladı kimi iş bildiğin gibi değil dedi bana akıl fikir verdi. Kimi  '' herşeyi boş ver de çoçuk bir başka oluyormuş lan'' diyebildiler buruk ve mağrur bir şekilde ...
Kimi aman olum evlenme biz evlendikte noldu dedi. Felan filan söyledikler,  bi kulaktan girdi diğerinden çıktı.
İster evlilikten korkuyorsun sen ondan böyle söylüyorsun dea. İster bastırılmış duygular dea. Ne bilim ne derseniz deyin kabulümdür ama size bişey söylim mi ? :
Evlilik çok garip bir şey beaaa ...



Yazan :  Salih Yıldırım


18 Eylül 2011 Pazar

YİNE BİR GÜLNİHAL ALDI ŞU GÖNLÜMÜ ...


     NEDEN BLOG YAZIYORSUN ? BLOG YAZMA AMACIN NE ? 
    BU İŞTEN BİR KARIN VAR MI?

         Bu sorular size değildi sevgili dostlarım. Kendini bilmez arkadaşlarımın geçen gün bana yöneltiği sorulardı :))
Zaten birbuçuk aydır  yazamıyordum ,  bir de üstüne erinmeden onun bu sorularını cevapladım ama arkadaşım dinledi dinledi sonra bi şey anlamadım dedi ve çekti gitti :))
Blog sayfalarına göz atarken arkadaşım Erdinç girdi birden içeri.''  Napıyorsun kanka  '' diye seslendi. Bende tam blog üzerine sosyolojik  çıkarımlar yapıyordum kendimce, dalmışım bi an öyle. Gözlemlerim vardı el değmemiş bir başka gözün yardımına ihtiyaç duydum bir an.

'' Erdinç; sana birkaç blog göstereceğim,bunları sana zahmet iyi incele, sonra senden o değerli yorumunu rica etcem olur mu '' dedim.
Sağolsun kırmadı. ''  Tamam kanka '' dedi. Başladı okumaya. ilk etapta 3 blog inceledi kesmedi. sonra 2 blog daha baktı. ''sıkıldım blog bakmaktan,  ne soracaksın sor bekliyorum  kardeşim ? '' dedi.
Gösterdiğim bloglar arasında kendi blogum da vardı. ''Ya bunlar ne böyle ya, ne renk  var ne video! pasa yazı var bu sayfalar da. Zaten hepsi de birbirine benziyor '' dedi. Allah belanı vermesin dedim senin. biraz gülüştük. Anladım ki arkadaşımın bir blog sayfasından beklentileri farklıydı ya da blog sayfasının ne amaçla kullanıldığını sonrasın da girdiğimiz sohbet esnasında öğrenmişti.

         Ama yine de fikirlerini önemsedim. Blog yazan başka bir arkadaşım da ; '' Blog yazmak bence yazınsal bir değer taşımalıdır'' dedi. Ve ekledi ; ''  Her konu hakkında sırf yazmak için yazmak düşüncelere zarar verir '' dedi.  Galiba kast ettiği şey ileriye yönelik kalıcı eserler vermek gibi bişeydi. Ya dedim altı üstü blog yazıyoruz. Yazınsal değer de olmalı yazı da ama her zman değil ...
Şu an bir edebiyatçı'dan beklenen sorumluluğu bizden istemen acımasızlık değilmi ?diye konuştuk durduk  ... yaptığımız sohbet sonrası dedim yarın (bugün için) yazınsal değer taşımayan samimi bir yazı ile tekrar sezonu açmalıyım. İşte bu yazıyı sırf bu yüzden yazdım. Yazının başlığını ise, konuyla bir alakası olmadığını göstermek için seçtim :)))

 İşlerimizin yoğunluğundan,yaz tatilden, mevsim sıcaklarından,  o yada bu sebepten yazamadığım günlerin acısını çıkarmak istiyorum ben de sizler gibi. 
Yukarı daki soruları sıkıldığımızda kendi kendimize soruyoruz doğrudur. Hatta bazı arkadaşlarımız pes edip bloglarını silip gideceklerini sanıyorlar bu diyardan ama sonra tekrar geri geliyolarlar. Niye ? Yazmak sadece yazmak değil bazı insan için çok daha fazla anlam taşır bence ...
Arkadaşımın bana yöneltiği  '' Bu işten bir karın var mı ? '' sorusunun cevabını ise bu yazıyı bitirdikten sonra , yayınla butonuna basarak göreceğim :))))

SEvgiler ...





 

15 Temmuz 2011 Cuma

DUA İLE . . .

Rabbinizden bagışlanma dileyin. Sonra da ona tövbe edin...Gerçekten benim Rabbim,esirgeyendir, sevendir.(Hud90)...

Dedim ... Bunca günahım var hangisinin tövbesini yapayım...

dedin : 

"Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zumer53)

Dedim ...   Rabbim günahlarım tövbe ettiklerimden daha fazladır. Hepsini söylemeye dilim varmadı. Onları da affedermisin? 

dedin :

''Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim.''(Bakara33)

Dedim... Yine gelsem bağışlarmısın? 

Dedin : 
''ALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur.''(Ali imran135) 

Dedim... Rabbim benim senden başka kimim var? 
Dedin : 
''ALLAH kuluna yetmez mi?''(Zumer36)   . . .




BERAT KANDİLİMİZ ve CUMAMIZ , MÜBAREK OLSUN...

CENAB-I HAK , YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN İNŞALLAH.
HERKESE HAYIRLI KANDİLLER DİLERİM ...
DUA İLE ... 




SEvgiler
SAygılar ...

9 Temmuz 2011 Cumartesi

DEDİ ve lafı KODU

               Bi insanin basina gelebilecek en kotu seylerden biri nedir ? diye sorsam siz değerli okurlara bisürü şey sayarsınız bana biliyorum.Ama tek seferde tahmin edemezsiniz söylicem şeyi. Zanlımca başa gelse de çekilmeyecek en kötü şey : iki bayanın dedikodusuna tanık olmak, katlanmak zorunda kalmaktır. Düşünün ki  baştan sona  zengin bir muhtevası olan bir diyalog !  ama giriş ve gelişme bölümüyle başlayıp da bir türlü  sonuca gelemeyen,gelmek bilmeyen bir sohbetin en dikkatli görgü tanıklarından birisiniz. aman Allah`im bu ne büyük bir zulümdür.Evlerden kapılardan ırak olsun ...


             Bugün bi ulaşım aracında yoğun kalabalıkta gotgote seyir ederken  iki artı bir kadın belirtdi tepemde. dakkika bir başladılar sohbete. durun bir araç hareket etsin! Zorunuz ne. Muhtemelen dışlarda hararetle yarım kalmış bir muhabetin birazdan rövanşı oynanacak yanımda. Kılıçlar çekilecek , ceng eyleyecek birbirleriyle ,ötekive berikilerle hanım teyzeler,bayanlar ...
Onlar adina ister  bayan bayana konusma desin, ister iki lafın belini kırma bilmem nee ... Hepimiz biliyoruz ki Birinin arkasından konuşulan herşeyin adı : dedikodu'dur yani gıybet'tir.
İkili diyalog şöyle başladı :
A:  Duydun mu ? Mehtap yeni aldığı eve bi dünya para harcamış ama inan evini yine pok götürüyor.
B: İnsanın içinde olcak Aslı Abla. Mehtabı biliyorsun üstüne başına alsın dursun. Evine gitsen bir bardak su içmeye tiksinirsin...

İki kadin dedi dedi durdu günün kurbanı hakkında !  futursuzca sarfettiler sözleri. sozleri karsindakinin dudaklarina usulca kondu. Aynı eleştiriyel yüzsüzükte diğerinin yüzünde anlam buldu cümleler.
A 'nın Felanca komsusu kendini cekemiyormus hep onu kiskandigindan o ne alirsa onu aliyor bosyere harcamalarda bulunuyor zaten aldiklarida bi halta benzemiyormus. Digerinin cok sevdigi bi eltisi varmis fakat cocugunu hic iyi yetistiremediginden artik kendi cocuguna da kotu ornek oluyor diye artık görüştürmeyeceğini belirtiyor. Anasından ne görürse onu uyguluyor çoçuk diye noktalıyor sözlerini. İşte böyle  gosteriyor eltisine sevgisini.

          Bunun gibi nice seyler anlatildi onlarla zorunlugu yolculugum esnasında. Malesef  malesef ki kulakligimi almamistim bir şeyler dinleyemedim. Ve mecburen onları dinlerken telefonun not defterine  başladım yukarda ki diyoloğları yazmaya.Ve ben onları dinledikce once onlardan tiksindim sonra onlarla ayni havayi soludugum icin kendimden utandim.  Bu kadınları birer örnekti sadece daha kötü dedikodulara da şahit oldu istemeden bu bünye. İki bayan yan yana gelmesin aynı ortamda bulunmasın. Madem bulunuyorlar aynı ortamda,  siz orda olmayın :)) Nerden buluyorsunuz bu bitmek bilmez enerjiyi. Anlattıklarınız size nasıl bir kar sağlıyor ? Konuştukça stres mi atıyorsunuz  yoksa gerçekten deşarz mı oluyorsunuz?
Çok samimi arkadaşınıza o an başınızdan geçen olayı daha olay bitmeden nasıl anlatsam diye hemen kafanızda kurguluyorsunuz dime gerçekten ? yoksa bu kadar komplike cümleler nefes almadan süzülemez dudaklardan.

 Derler ki bayanlar;  sadece biz hanımlar mı dedikodu yapıyoruz ?  hiç  erkekler yapmıyor mu? Erkekler daha kalitesini yapiyorlar da hep biz bayanlar goze batiyoruz  ay ay insanin adi cikmsin derlerr :))
Bi karsi taraf olarak objektif dusundum. ( hatta bunları yazarken de bayan arkadaşların tepkisini maruz kalmayalım da sonra  bana sinir olup başka bir blog yazarına dedikodumu yaparlar da üzülür oturur bir köşede ağlarım :))  )   Evet tarafsız düşündüm bir erkek olarak;  yapabilir erkekler de , gozlemlerimi tekrar masaya yatirdim da ; yokk be ablacim biz sizin tirnaginiz olamayız.

Erkekler;  spor , araba,iş muhabeti  yaparken bi yandan da   önünde ki gazetenin arka kapağında ki bikinili kadının vücut hatlarından söz açıp alakasız bi şekilde açtığı sohbeti yine kendi  kapatır. Bundan öteye bi muhabbet yapamazlar yapsalar da onun adı dedikodu olmaz. Yüz yüze söyler ne söylicekse  geçer giderler oradan. Zaten erkekler bu tür muhabbeti fazla oteye tasiyacak yetenege sahip de degildirler. Oyle bayanlar gibi dedin mi lafi koduramazlar gedigine.  Ahh dedikodugezer ablalar ayak ustu bende senin dedikodunuzu kaleme aldim ya sizden  korkulur : )

Ben halen ciddi ciddi düşünüyorum. Bayanların dedikodu yapması yemek yemek gibi bir ihtiyaç mı ? hayatının gerçekten olmazsa olmazlarından mı ? Yoksa olsa da olur olmazsa yok  dayanamam illa yapmam lazım dediği bir aktivite midir ? Çözemedim bir türlü ben bu işi, en iyisi  gidip bir bilene sormalı ...

5 Temmuz 2011 Salı

Hocam Başlığı Gençliğin Teknolojiyle İmtahanı Olarak Yazalım!

Lise zamanlarımızda önemli bazı tırsınç dakikalarımız vardı. Misal hocaya abesle iştigal soru sormak adamin suratını hocanın üstün kavrama özelliğine sahip elleriyle işgal etmesi demekti. Hocanın sorduğu soruya oturulan mevkiye göre pencerelere sürülmüş macunlara, duvardaki yarıklara yada sıranın üstüne kazınmış sevgili isimlerine sukut ederek bakmak, ilahi güçten bakılan yerde cevabın belirmesini, böyle içe doğru bi "oku!" mucizesi beklemek, hazin bir sonun habercisiydi keza. O zamanlar hoca dayaklarından sonra velilerin okul yönetimini "hepinizi Hakkariye sürdürceeğğem" diye kendini okul girişindeki demir kapıya zincirleyerek protesto eden hareketlerinin yerini varoş semtlerde "vay eşşolu eşşek demek hocadan dayak yidin!" dayağı, kral dairelerinde ise "çabuk odana murat can cezalısın harçlığından kescem ayrıca ahşama yemek filan yok" cezası olarak ayrı bir ebeveyn fırtınasına çeviren uygulamalar mevcuttu ki tam bir karanlık orta çağı, tam bir höyt deyince susan efendi ögrenci üstünlüğü politeryası hakim ülkede.

Sorsan şimdi bizimkiler hep kendini savunur öyle şeylerde "bizim zamanımızda şu yohtu bu yohtu zart olmazdı zurt için şu yapılırdı" iyi de babacığım yani tarihi kayıtlara bakıyoruz o zamanlar olmayıp bizim zamanımızda olan sadece renkli televizyonlar var, hadi biraz daha ötesinde kumandalı renkli televizyonlar olmuş. O da zaten babam kumandayı gömleğinin cebine koyardı tuşlarının ne işe yaradığını bile anlamazdık. Enteresan gizemli bi aygıttı sadece bizim için. Yani gömlek cebinde muhafaza edilen kumandanın kefareti okulda dayak nedeniyle yenilen 40 dakikalık dayaksa, şimdiki çocukların diri diri gömülmemesi şaşırtıcı bişe değil mi lan?

Benim zamanımda Nintendolarda Mario' ya zıplayınca "basınca zıplıyo lan" diye ağzı açık bakıyordum, onu da zıplatmak için anneme "anneee nooolurr Eren gillere misafirliğe gidek nooluur" diye yalvarıyordum. Teknolojiye en sık ulaştığım zamanlarım Eren' in ayağını kırmasına binayen her gün gittiğim "Eren' in evde canı çoh sıhılıyo şu kepçe arhadaşı gelsin biraz oynasınlar" zamanıdır ki o zamanlar da hep Eren Mario oluyodu ben Luigi. Bütün kutuları kırıp bana pis pis gerizekalı muamelesi yapan Eren'e tahammül etmişim, onun bile bi bedeli vardı demek istiyorum.

Olay bilgiye çabuk ulaşıyorduk ise, nerde üstadım? Hoca ödev verir gider halk kütüphanesine sabah girersin akşama kadar içi kurtlanmış kitaplardan yazar durursun. Hadi kitaplar eski zamandakilerden yeni diyecem de kapağında "mektebimin can-u alisi talebem Füsun Takar' a armağandır Tarih: 13.09.1943" yani kitabı yazan da, satan da, hediye eden de, hediyeyi alan da şu an rahmetli. Ölmüşlerine rahmet olsun diye çocukları halk eğitime bahşetmiş kitabı bu mudur imkan?

Şimdi ben de "bah şimdi ki çocuhların her şeyi var" bıdı bıdısı yapıp yeni neslin körpe beyinlerine taş atmak istemem de arkadaş 13 yaşındaki çocuk wikiliksin ülkeler arası gizli yazışmalarını 0,22 saniye içinde buluyor.

/süre googleda an içinde arama yapılarak bulunmuştur./

Ama buluyor mu? Yok! Okuyor mu? Yok! hayatı boyunca 2 tane kitap okumamış genç dimahlar çakma cümlelerden kendilerine feysbuk iletisi yapıyor. Geçen üniversite hocası konuşuyor "ödev verdim web sayfasını olduğu gibi getirmiş, worde bile atma gereği duymamış" diye yakınıyor peki dayak? Yok! dayak atılsın uğraşında değilim, biz neden dayak yedik onu soruyorum! Üniversite gençlerinin dinamizim kaynağını sosyal olanlar; çektirdikleri resimleri feysbukta paylaşanlar, evde mal mal oturanları ise bütün gün onları beğenenler, paylaşanlar oluşturuyor. Feysbuk hesabının donduğunu öğrenince tansiyonu düşen, bunalıma girip hayata küsen gençler, teknolojinin kendisine muhtaç ettiği, yönettiği insanlar ve ellerini ovuşturan zafer içindeki katipalizm. Böyle bir toplumda cehalet vazgeçilmez bir hıyarlıktır ki böyle bir hıyarizimden hiç bi cacık olmaz afedersiniz.

Dindar geçineni dinini bilmez, 5 şartı deyince şeyy "Allahh, Peygamberr, Melekkk, bidee ha şey oruç, oruç" diye sana bakar, kafasına eseni cennete gönderir esmeyeni cehennemde yakar, Tarihçisi "kardeşim ben tarih ohuyom benden iyi mi bilceksiniz Kanuni, Yavuz'un babası!" entelizmi yaratır. Fizikçisi "kuantum böyle şey gibi enteresan bişe" diye şaşırtır vb.vs. Böyle zengin bilgi kaynağı ortamında bilgisiz yetişen gençlerden internet kafelerde kantır, knight gibi çoklu oyunlar oynarken "beni bırahmayın lağğnn sıhın sıhın gafalarına sıghın!" dayanışması olur başka da bi bok olmaz.

Peki benden bi bok oldu mu? Olmadı. Ama diyebilir miyiz ki bunun Marioyu zıplatmakla alakası var diyemeyiz.O zaman dağılalım..... 

11 Mayıs 2011 Çarşamba

MİM DEDİĞİN NEDİR GÜLÜM ?


Evveett sıra geldi yazmaya...
Kısa aralıklarla gidip gelmelerime alıştı artık beni tanıyan güzel insanlar.Artık gitmelerimi kimse umursamıyor, yadırgamıyorlar. Biliyorlar ki Sözün Özü ;kürkçü dükkanına kısa zaman sonra dönecek :)) 
Zaten benim de gitme gibi bir niyetim hiçbir zaman olmadı olmaz da. Biz yazmaya alışmış insanlar bi fırsatını bulur yine yazarız vesselam.

      Bazen ister istemez tenhalaşıyor insan.Canım bişey yapmak istemiyor, yada yoğun oluyorum,yorgun oluyorum vss derken blog yazmaktan kısa bir süre uzak kalabiliyorum. Ama blog okumaktan asla geri kalmıyorum. Yazamasamda blogları mutlaka takip ediyorum.Kısacası  canım blog yazmakla yazmamak arasında gidip geldiği içindir işte bütün bu meselem. (ortada bi mesele de yok hea lafı uzatıyorum )

    Bu yazımda ''blog yazarlığı'' hakkında ki  düşüncelerimi sizlerle paylaşmak, ve kendi blog sayfam hakkında da bir kaç sır vermek istiyorum sizlere. Amacım ;  konuşmak, biraz da dertleşmek sizlerle;  Bakalım sizler de benimle aynı fikirdemisiniz ?  ama öncesinde , epeydir aklımda olan bir fikri , dün bana vermiş olduğu MİM'le zihnimde canlandıran             '' Gelibolu17 '' (yani teyzeme ) çok teşekkür ediyorum. Bir çok kişiyle birlikte beni de mimlemiş olmasının nedeni  şu soruydu :

1 ) "Blog açma hikayeniz" nedir ? 
2)  "Blog adınız.... Neden bu ismi seçtiniz ve hikayesi nedir?"

      En baştan belirteyim ki bu yazı biraz  uzun olacak.Yok ben duymadım ,okumadım demeyin sonra bahane kabul etmem ona göre! Benden uyarması sizi :) Zaten epeydir yazmıyorum kelime dağırcığım dolmuş taşmış hırsımı sizden almim :)) evet sıkılacaksanız şayet ? Şu an bu satırda okumayı bırakınız ! 
Madem şu an bu cümleyi okuyorsunuz tamamını da okuyacağınız anlamına geliyor sabrınız için teşekkürler şimdiden :))


Blog geçmişim çok uzun yıllara dayanmıyor 1,5 yıldır blog yazıyorum. Çok sayıda ödül ve bi dünya mim aldım. Aslında bir çoğuda gereksizdir bu mimlerin açıkçası :)  Yani çoğuna itibar etmedim bi iki mim'e cevap yazacaktım ki zamanım olmadı derken ilk defa bir mim'i cevaplıyorum anlayacağınız .
Bu mim ne lan! Açılımı ne ? Hangi ülke menşeli, kim niye çıkarmışş :))) İlk başta ismi  kulağa hoş geliyor ama sürekli mim ,mimm, mimmm ... diyince sinek vızıldaması gibi oluyor bi süree sonra. ( bakın deniyin çok sinir bozucu bişeyy ,ıghhh ! aynı 118 ... bilmem kaçın  reklamları gibi )

Mim'i veren zat-ı  muhterem sevgili teyzem'e bu mim' i napcam şimdi,  nerde cevaplıcam diye bloguna yorum yazarak sordum ama sadece kendi blogumda yayınlamam gerktiğini söyledi . Başka da bişey demedi. Ben sana verdim nasıl olsa,  sende başının çaresine bak der gibiydi :))   (kızma teyze hea, şaka yapıyorum )

Bende kendi üslubumla cevaplarım canımm nolcak yanii...


   Neyse uzatmıyorum artık,  sevgili '' Gelibolu17'' teyzemin sorularını şu MİM'ine istinaden cevaplıyorum (bakınız ; şekil a : http://gelibolu17.blogspot.com/2011/05/mim-diyorumneden-diyorum.html  )


1- "Blog açma hikayeniz" nedir ?  


         Blog açma hikayem yaklaşık  1,5 sene öncesine dayanır. Yazmayı çok seven bir insanım, öğrenim hayatım boyunca  edebiyat dersinden , kompozisyon sınavlarından aldığım notlar sayesinde yırtmış biriyim.Çokta ekmek yedim millete ücret karşılığı kompozisyon yazıları yazarak :) Edebiyat öğretmenim mutlaka senin yazman lazım derdi. Okul dergisinde yazmam gerektiğini ısrarla söyledi ama bilmiyordu ki bizim okulda okul dergisi ,yoktu hiç t olmamıştı :)))  öyle kaldı işte.Hevesim kursağımda kalarak nice dönemler geçti . 

      Neyse yazmayı çok seviyorum, Her zaman , her koşulda cebimde not defteri ve bir kalem bulundururum. Günlük koşuşturmaca içerisinde bile aklıma gelen güzel cümleleri not alıp geçmiş zamanda onu konu başlığı yapıp çok blog yazmışlıgım vardır. Evet farkındayım  asıl soru bu değil biliyorum ama ben biraz detaycı bir insanım :)) Bir şeyin nasıl başladığını bilmeden bir kişinin blog yazarlığını sorgulamak saçma olur diye düşünüyorum.  Sorunun cevabı şu ki. benim aklımda blog diye bişey yoktu. Kişisel bir bir web sitem olsun diye çalışmalar yaparken çok sekteye uğradı yazma eylemim. Yazdıklarım bi kenarda halen bekler çoğunu yayınlamadım erindiğimden :)) 

        Hazır gerçekten bir çok yazım.  Hatta ben inanın blog sayfasının ne olduğunu dahi tam olarak bilmiyordum. O kadar cahildim bu konulara yani. Cebimde ki not defteri yazmak için ilk başlarda bana yetiyordu oysa. Bir gün yakın dostum '' lannn gangaaa baksana bi.  Bir blog adresi almışım. Hemde istediğim isimde buldumm oooo süper oldu. Bundan sonra odu poku yazcam oraya  sen de ordan  takip et beni dedi. Lan olum şurda karşılıklı konuşuyoruz, karşılıklı çay keyfi yapıyoruz yetmez mi sana ? Hem yüz yüze anlatacaklarınla sanal ortamda anlatacağın şeyler aynı kefeye koyulur mu dedim.  Sende aç dedi durdu. Açmazsan bile beni takip ett dedi. 

  Bi süre açmadım onu takip ettim. Ne o bişey yazıyordu bloguna nede millet ona cevap yazıyordu. Bir gün yine bu kısır döngülerde gezinirken arkadaşım gittim birsürü yorum yazdım paylaşımlarına çok hoşuna gitti. O meşhur '' adsız '' adlı  yorum yazan kişiyi merak edip durdu1 hafta .  Sonra hevesini kırmadan söyledim gerçeği ona. Haftalar geçtikten sonra blog için nereye kayıt oluyoruz ikematkah,resim istiyorlar mı ? bürokratik işlemleri uzun mu bunun diye sordum. yok kolay dedi tarif etti. 

Akşam gittim ismime bir tane açtım blog. (bu blog değil tabi) Yazdım durdum bi iki gün. Sonra  bi yazıma yorum geldi, derken  2 kişi izlemeye aldı beni. Ama halen ben nasıl izleneceğimi bilmiyordum o insanları. Sonra 3 izleyicim olunca ve 3 kişiden sürekli yorum gelince lan dedim nerden buldular beni. Ciddi ciddi okuyorlar beni.Takip ediyorlar, begeniyorlar da , iyi dedim bea sevdim bu blog işini. , bi o üç kişiden birinin 300'e yakın izleyicisi vardı. Yani benim 100 katım. Bende neyin nolduğunu tam bilmiyorum ya. Vayy bea dedim 300 kişi onu izliyor ama o gelmiş bana yorum yapıyor. Yazılarımı beğeniyor dedim. Bi şımardım ayıptır söylemesi :))) O gün blog olayı kafamda cukkk diye bir ses eşliğinde oturdu zihnime :))

    Başladım yazmaya verdim çoşkuyu verdim çoşkuyu  :))   3 hafta sonra sıkıldım! Yanlış anlamayın yazmaktan degil blog isminden,blogun amacından,gidişatından vss. Bi süre yazmadım , yazma eylemimi gerçekleştirebilecegim, gelen tepkileri sıcağı sıcağına somut olarak görebilecegim bir ortamı arkadaşım sayesinde keşfettim. Sağolsun,ksik olmasın. Haftalardan sonra; 1,5 yıl önce (2009 eylül sonunda) http://heristebirhayirvardir.blogspot.com/  isimli  bu blogumu  açmaya karar verdim, ve kısa süre sonra açtım. Hiçbir zaman da kendi iradem dahilinde bu blogu  kapatmayacağıma veya  yazdığım yazıları silmeyeceğime dair , yürürlükte olan  kendime dair bir sözüm vardır.
Bi insan blogunu neden kapatır, ona karşı harcadığı emegi,sevgiyi ve zamanı neden ani bir karar sonucunda bir enter tuşuna basarak yok eder halen anlamış değilim.
Offf 1. sorunun cevabı bayağı uzamışşş geçiyorum 2'ye biraz da orda laflıyalım :))
 


2) "Blog adınız ? .... Neden bu ismi seçtiniz ve hikayesi nedir?"


       Teyzem  ve özellikle bir kaç arkadaşım özellikle bu sorunun cevabını bekliyor biliyorum.Siz de çok meraklısınız bea canım yaa :)))

 Yukarıda anlatıklarımla ilintilidir aslında isim seçimim.  ilk açtığım blog kendi ismim ve soyadımı kapsıyordu iyiydi güzeldi ismi, belki tekrar bulmak çok zordur aynı ismi. ama ben kısa sürede  sıkıldım blogun yapısından,tarzından. Çünkü çok kişiseldi. Ne kadar yazmak istesemde kalemin mürekkebi bir türlü damlamıyordu sayfaya. Bunu hissetiğim an, daha yeni başlamış olmamın rahatlığı ile  orda paylaştıgım 10'a yakın yazıyı ve blogu sildim. İşte bu yüzden 2.bir blog  silmeyeceğim. O blogu sildiğim dönemlerde şu ömrü hayatımın en kötü dönemlerini geçiriyordum. o kadar kötü bir dönemdi ki ; tekrar düşünmek bile istemiyorum. depresyondaydım,başıma bin bir türlü işler gelmişti. Dostum bana sırlarını, dertlerini anlatırdo o dönemde,  ben  '' sabret biraz daha kardeşim, hayırlısı olsun az daha bekle, olum bak her işte bir hayır var göreceksin '' gibi benzer cümlelerle bitirirdik sohbetin sonunu. Bir gün bana dedi ki ; sana da ne söylesem hep her işte bir hayır vardır / her şeyde hayır var ,  diyorsun. Olmuyor olum nerde bu hayır , ben niye göremiyorum. inancım sonsuz ama hep hayırlısı diyorum bu kezde hiçbirşey olmuyor. nolcak bizim bu halimiz lan !   Az da benim istedigim olsun '' der dururdu. Günler günleri kovaladı onun basit
 sorunları en hayırlı bir şekilde sonuçlandı. Hep berber mutlu olduk güldük geçtik olayların ardından. Derken bi zaman sonra başıma öyle olaylar geldi ki ama hep üst üstee! İnanın aklınıza gelebilecek envai çeşit sıkıntılar çektim, büyük acılar yaşadım.

 Bir gün nefes alamadığı hissettim. Dertlerim artık beni aşıyordu. Tahammül sınırlarımı aşmıştı çoktan ama Cenab-ı Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez biliyordum sabır çekip duruyordum. O bana dert yanan arkadaşıma anlattım sıkıntımın sadece yüzde 50 sini, işin içinden çıkamadı ve bana kardeşim sen bana diyordun ya ; Bunlar da geçicek,sabret biraz,hakkımızda hayırlısı olsun,  zaten sen de biliyorsun ki '' her işte bir hayır mutlaka vardır'' insanlar için  dedi.
İşte o an garip bir şekilde ikimiz tarafında da tekrarlanan bu süpriz cümle ile  tekrar nefes almaya başladığımı  hissettim. O gün bugündür çook ama çokk iyiyim.  Ben de o günleri unutmamak adına, her günümde bana umud aşılasın diye ve her işimin gücümün hakkımda hayırlısını olmasını istediğim için bloguma bu ismi layık gördüm. İyi ki de yapmışım pişman değilim :)) hea dez avantajı yok mu?  Var tabi , çok uzun elle yazması zor oluyor :) ama olsun ben onu her haliyle seviyorum :))
  
    Bana bu açıklamaları yapma fırsatı veren '' Gelibolu17 '' ye teşekkürlerimi sunar mim olayını burda sona erdiriyorum.Ben kimseyi mim'lemicem o kadar ismi tek tek bulacak buraya yazıcak zamanım yok şuan. Kimseyi uğraştırmak da istemem :)) ama benim blogumu izleyen duyarlı dostlarım kendi blog isimlerinin anlamlarını yorum kısmına yazarsa şayet hep birlikte öğrenmiş oluruz hikayelerini.


Aklıma gelipte yazamadığım bir kaç nokta daha kaldı ama onlarıda artık bir sonra ki yazımda yazayım çünkü bir post için fazla bir yazı oldu şu an bu.  Bir sonraki yazımda bloglar için püf noktalar,izleyici artırma yöntemleri,blogspotun akıbeti,blog dostluğunun gerçek hayata yansıması gibi bir çok süpriz konuları sizlerle paylaşmak isterim. neyse şimdilik benden bu kadar.
SEvgiler ...


2 Mayıs 2011 Pazartesi

Yokluğunda bir kuş sütü eksik ...


Öperek uyandırdım bu sabah ayrılığı... 
Fırından yeni çıkan bekleyişler satın aldım... 
Kırmızı mavi ekoseli yalnızlığımı serdim masaya... 
Manzaraysa ayrılığa sıfır! işte her şey hazır..
 
Acılarımla iki lafın belini kırdık...
 
Yokluğunda bir kuş sütü eksik..
 
Yalnızlığım ve ben; 
Seni çok bekledik !... 
Cemal Süreya
            
 
  - - - - - - - - - - - - - - - -  - - - - - - - - -  - - - - - - - - -  -  - - - - - - - - - -

Nefes Nefese 

Bir sağanak ertesine rastlasın

Bana gelişin,
Silinmişken tüm izleri geçmişin...

Yılgın bir mülteci gibi düş kollarıma
Utanma,
Varsın eksik olsun hikayen,
Pencerem açık yalanlara
Gün seninle aysın,
Konuş,
Hiç susma...

Öyle bir gecede gel ki,
Tersten essin rüzgar
Güle ağlaya,
Yana yakıla,
Usturupsuzca
Ölelim azar azar...

İstisna bir yara gibi kal bende
Hayra yorulan düşlerim ol,
Böl gecemi,
Destursuz gir mabedime
Şifa niyetine dokun yüzüme...

Olsun,
Bam telime bas,
Korkma,
Kuralları boz!

Mermiden kaçar gibi,
Gökleri açar gibi,
Boşluğa uçar gibi gel...

Ömrü kuşatır gibi
Aşkı yaşatır gibi
Kendinden geçer gibi gel...

Gel be,
Gel işte!
Küfrüm tövbeme karışsın,
Aklım fikrime
Öyle bir gel ki bana;
Nefes nefese...





Şafak Yolcu